30 Kasım 2012

Haram zikkim olsun

Dün Eda'dan gelen mektuptan ve ne kadar mutlu olduğumdan bahsetmiştim. O zamandan beri aklıma birşey takıldı. Zarfı tekrar tekrar açıp içinde bulunanlara bakarken, ve bileklerim çok ince olduğundan dolayı bilekliğe bilegime uygun bir bağ ayarlamaya çalışırken anneme: "Helal olsun şu millete. Bak tek bir zarfın içinde, hiç korunmadan kaç şey geldi." dedim.

Çünkü ben bu güne kadar Türkiye'ye arkadaşlara ve kuzenlere bir çok mektup gönderdim ve içinde ufak ziynet eşyaları, yada hediyelik şeyler koymuştum ve hiç biri ama hiç biri ellerine geçmedi, gönderdiğim insanların.

Paket yada mektup buradan çıkarken sorun yaşanmıyor da Türkiyede postaneye vardığında kontrol amaçlı açılan mektuplardan haberdar oldum. Tamam anladım, kontrol için açıyorsun da, içinden benim ufacık bilekliklerimi yada kolyelerimi neden alıyorsun peki?

Çünkü Allah korkun yok senin. Hak geçer bana diye düsünmüyorsun. Çalıp çırpıyorsun. Bu güzelmiş diyorsun, kendi cebine indiriyorsun. Ama o gavur memleketi olarak adlandırdığın memleketlerden yani İngilterelerden, İtalyalardan, Almanyalardan hiç sorun çıkmadan mektuplar ulaşıyor binlerce insanlara, her gün yeniden ve içinde para olan zarflar bile var. Kaybolmuyor.
Çünkü onun içinde bulunan SENİN değil.
Bu kadar basit.

Haram zıkkım olsun alanlara!

30.11.2012 Ahu Kader

29 Kasım 2012

İngiltereden mektup geldi



Eda'yi takip edenler, severek okuyanlar çok. Siz eğer okumuyorsaniz buyurun buradan alalım.

Neptünlü bir deniz kızıyım ben


Eda ile biz yıllar önce ailemizin üye olduğu bir dernek sayesinde tanıştık. O zamanlar şiir yazan çocuklara, düz yazı yazan gençlere yardımcı olabilmek adına, birazda bizim birbirimizi tanımamız için bir dernek kurma niyetleri vardı ama olmadı galiba.
Biz Eda ile o gün tanıştık. Yan yana oturmuştuk ve ben çizimlerini çok beğenmiştim, yazdığı şiirleri o ufacık yaşında o kadar anlamlı bulmuştum ki, anlatamam.

O günden sonra bir daha o dernekte bir araya gelmedik. Diğer çocuklara ne oldu, neler yapıyorlar bilmiyorum ama biz Eda ile bagimizi hiç koparmadik aslında. Bir şekilde her zaman görüştük. Bazen mail attık, bazen ufak sohbetlerle Facebooktan yazıştık, son zamanlarda da ikimizin de blogu olduğundan dolayı, her defasında görüsmesekte, birbirimizin yazilarini takip ediyoruz.

Canım Edam benim için bir resim çizdi ve taa İngiltereden posta ile bana gönderdi. Yaklaşık 10 gündür her gün posta kutusuna bakıyorum, eve gelince "Anne bana birşey geldimi?" diye soruyorum ve sonunda dün geldi.

O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Yazdığı mektup, çizdiği o güzel resim yetmiyormuş gibi bana birde çok tatlı bir bileklik ve broş göndermiş. Ayrıca Almanyadan aldığı bir kartpostalı göndermiş. Ben bu resime şimdi bir çerçeve almalıyım ve Eda'ya en yakın zamanda bir paket göndermeliyim.

Mektup almak güzel bir duygu. Teşekkür ediyorum canım sana.








Sayesinde bol resimli bir yazı oldu buda. Bilekliği çok sevdim. Daha çıkarmam ki bunu ben :)


29.11.2012 | Ahu Kader 

27 Kasım 2012

Tek tip kıyafet/Uniform

Türkiye 2013/2014 öğretim yılı ile birlikte okullarda serbest kıyafete geçiyormuş. Demin annemle oturmuş haberleri seyrederken duydum.
Açıkçası benim fikrimce bu yanlış bir karar. Dünyada bir çok avrupa ülkesi tek tip kıyafete geçmeye çalışırken, neden Türkiye yine birşeylerin hevesi ile bu tek tip kıyafeti kaldırıp, serbest kıyafet getiriyor?


Türkei wird mit dem Schuljahr 2013/2014 die Uniform in den Schulen abschaffen. Habe ich gerade, als ich die türkischen Nachrichten gehört habe, mitbekommen.

Meiner Meinung nach ist das eine falsche Entscheidung. Während viele europäischen Länder die Uniform einzuführen versuchen, frage ich mich, warum die Türkei die Uniform abschafft? 


Fakir, zengin daha çabuk fark edilsin, tenefüs bahçelerinde yeterince farklılıklar yüzünden kavga eden çocuklar, birde zengin fakir çatışması içine girsin diye mi?

Damit sich die Kinder auf dem Schulhof (die sowieso schon genügend unterschiedlichen Problemen freigesetzt sind) auch noch durch die finanziellen Unterschiede ihrer Eltern streiten?

Biz zamanında tek tip kıyafete sahip olmadığımızdan çok sorunlar yaşadık. Benim çocukluğumda liseye giderken mesela Buffalo ayakkabısı olmayan gruba dail edilmiyordu.
Aylarca ağlayıp sizladim babama banada o ayakkabılardan alsın diye. Sonunda aldırdım ve giydim. Epeyi bir pahalıydı tabi ki.

Şimdiki aklım olsa, "hadi lan ordan, sen kimsin de beni gruba dail etmiyorsun. Pabucun kadar konuş." der o ayakkabılardan almazdım.

Wir hatten damals genügend Probleme, da es in Deutschland keine Uniform gibt. In meiner Kindheit gehörte keiner zur Gruppe, wenn er keine Buffaloschuhe besessen hatte.Ich bin damals meinem Vater ziemlich lange auf die Nerven gegangen, bis er mir Buffaloschuhe gekauft hat.Wenn ich jetzt daran denke, hätte ich damals natürlich gesagt: "Wer bist denn du, dass du mich nicht in die Gruppe aufnimmst? Steck dir deinen Schuh sonst wo hin."

Tabiki yine sınırlamalar getirmişler. Kızlar diz üstü etek giymeyecek, kıyafetler şeffaf olmayacak. Ben ne anladım şimdi bu işten? Hem herkes serbest, istediğini giysin de, hemde kısıtlamalar getir.

Çocuklar ve gençler kararı beğeni ile karşılarken, ilk öğretimde bulunan çocukların aileleri pek taraftar değil. Bakalım zaman ne gösterecek.

Natürlich gibt es auch bei dieser freien Kleiderreform einige Regeln, die beachtet werden müssen. Die Mädchen dürfen keine Röcke anziehen, die über ihren Knien sind. Man darf keine durchsichtigen Kleider tragen und auch keine Kleider tragen, auf denen Marken abgebildet sind. So, was verstehe ich nun davon? Freie Kleiderreform einführen und dann Regeln setzen.

Während die Schüler sich auf die Kleiderreform freuen, sind die Eltern nicht davon überzeugt. Mal schauen, was die Zeit mit sich bringt. 
 
27.11.2012 | Ahu Kader

24 Kasım 2012

Ögretmenler günü/Tag der Lehrer

Tüm ögretmenlerimizin ögretmenler günü kutlu olsun. Ögretmen olmanin bu kadar cefakar, bu kadar zor oldugu bir ülke daha tanimiyorum, kendi ülkemden baska. Yillarca kadro bekle, o kadar hevesle ögrenim görüp, ögrendiklerini gelecek nesillere vermeyi hayal ederek. Elleri öpülesi insanlar.

Heute ist in der Türkei “Tag der Lehrer.” Einen schönen Tag wünsche ich in diesem Sinne allen Lehrern. Ich kenne kein anderes Land, in dem es so schwer ist seinen Beruf auszuüben. Jahrelang darauf zu warten, eine Position zu bekommen, obwohl man dafür studiert hat.

24.11.2012 | Ahu Kader 

23 Kasım 2012

Resimlerle bir gün/Mein Tag anhand von Bildern

Farkına varmadan çok güzel bir gün geçirdim bu gün aslında. Dün akşam yatağa yattığımda 'yarın üniversiteye tek ders için kim gidecek ya?' diye yakınırken bu günün nasıl geçtiğini fark etmedim bile.

Sabah saat 11:30'da dersten çıktıktan sonra ilk önce kantinde yemek yedim arkadaşlarımla, ondan sonrada bilgisayar odalarında oturup internetten staj yeri bakindim. Alman demir yolları tamda benim ileride çalışmak istediğim bölümde bir stajer arıyor. Oraya başvuracağım herhalde.

Sonra çarşıya indim. Kardeşim ve kankardesi ile buluştum. Biraz şehri dolandık.

Ich war heute mit meiner Schwester und ihrer Blutsschwester ein wenig in der Stadt. Eigentlich hatte der Tag für mich mit einer Null-Bock-Phase begonnen, doch dann ist daraus doch ein schöner geworden.




 Sonra bir tayland restoranına girdik ve yemek yedik.

Wir waren beim Thai-Express gegenüber vom Alex in Wiesbaden.


Restoranin ici cok güzeldi gercekten ama calisanlari pekte saygili degildi.
Ich muss sagen dass die Einrichtung sehr schön aussah aber man von der Bedienung einen netteren Umgang erwarten könnte. 

En cokta acili soslarina bayiliyorum.
Ich liebe diese scharfen Saucen.


Ayrica el yapimi naneli limonata da cok güzeldi.
Die hausgemachte Limonade mit Minze war sehr lecker. 

Yakinda Wiesbaden'da yine noel pazari var. Yarin basliyor herhalde. Atlikarincayi kurmuslar.
Das Riesenrad für den Sternschnuppenmarkt steht bereits.

Dönüste istasyonun üst katinda dükkanlari gezerken, arali olan bir dükkan kapisindan da raylarin resimini cekme imkanim oldu. Yukaridan hersey daha güzel görünüyor bence.
Auf dem Weg nach Hause habe ich durch die Lagertür von Rossmann den Mainzer Bahnhof auch mal von oben gesehen und ich muss sagen, dass er von oben besser aussieht. :) 

23.11.2012 | Ahu Kader

21 Kasım 2012

Warum ein Student nicht lernt

Eda geht es zur Zeit anscheinend wie mir und deswegen hat sie diesen Zeitungsartikel aus einer türkischen Zeitung in ihrem Blog gepostet.


Übersetzung:Warum ein Student nicht lernt
In einem Jahr gibt es 365 Tage an denen man lernen kann. Wenn man die 52 Sonntage abzieht, hat man noch 313 Tage.
Im Sommer gibt es 50 sehr heiße Tage, an denen man nicht lernen kann und somit bleiben noch 263 übrig.
Jede Nacht schlafen wir ungefähr 8 Stunden und das macht in einem Jahr 122 Tage. Also bleiben 141 Tage zurück.
Wenn wir eine Stunde am Tag uns selbst widmen, verschwinden weitere 15 Tage. Bleiben 126 Tage übrig.
Wenn wir jeden Tag für Essen und Trinken 2 Stunden verbrauchen, verschwinden 30 Tage und uns bleiben noch 96 Tage.
Wenn ein anständiger Student nur zwei Stunden am Tag für seine Freizeit widmet, macht das 92 Tage und somit bleiben uns noch 4 Tage.
Aja, wir sind auch nur Menschen. Natürlich werden wir dann auch mal 3 Tage krank. Also bleibt uns noch ein Tag und was ein Zufall haben wir an diesem Tag Geburtstag. :)

18 Kasım 2012

Hangi ara vazgeçtik?


Ne zaman vazgeçtik hür olmaktan? Küçük çocuklar gibi herşeye inanmaktan? Kuşları kovalamaktan, onların gökyüzüne yükselişini izlerken acaba uçabilsem, nasıl olurdu diye sormaktan ne zaman vazgeçtik?
Resimdeki küçük kız bir kaç gün önce tren arkadaşımdı benim. Çok şirindi. Karşı karşıya otururken gülümsedik birbirimize. Trenden indikten sonra yol kenarında duran güvercinlerin hepsini uçurdu. O an sordum kendi kendime, ne zaman vazgeçtik biz çocuklar gibi hür olmaktan?

Büyüdügümüzü de fark etmedik. Birden büyüdük ve bir sürü sorumluluk altına girdik.
Bu küçük kıza çok imrendim o an. En son ne zaman bir salıncakta sallanırken kahkaha attık? Ne zaman büyüdük? Bir yanımız hep çocuk kaldı herhalde.
Yolda gördüğümüz çocuklara da gülümsememiz ondan. Masumiyetini seviyoruz bu çocukların. Masum yanlarımızı keşfediyoruz yeniden.

***


Wann haben wir es aufgegeben frei zu sein? Wie kleine Kinder an alles zu glauben?Wann haben wir es aufgegeben den Vögeln hinterher zu jagen und bei ihrem Aufstieg in den Himmel uns zu fragen, wie es wäre, wenn wir fliegen könnten?

Das Mädchen auf dem Foto war vor ein paar Tagen meine Sitznachbarin im Zug. Sie war total süß und hat mich angelächelt. Als wir aus dem Zug ausgestiegen sind und auf den Bus gewartet haben, hat sie alle Tauben am Straßenrand verjagt.In diesem Moment habe ich mich gefragt, wann wir es aufgegeben haben, wie kleine Kinder frei zu sein.Wir haben es noch nicht einmal bemerkt, wann wir erwachsen geworden sind.


Ich beneidete dieses Mädchen in diesem Moment. Wann haben wir das letzte mal auf einer Schaukel hin und herschwingend lauthals gelacht?Deswegen lächeln wir kleine Kinder an.Wir lieben die Unschuld dieser Kinder.Entdecken erneut unsere unschuldigen Seiten, dank ihrer.
 


18.11.2012 | Ahu Kader

17 Kasım 2012

Gelsin kurabiyeler

Sevdacigim yaptığı yemeklerin resimlerini koyuyor ya bazen, bende bu gün annemle kurabiye yaparken Sevda geldi aklıma ve hadi dedim Ahu yaptığın kurabiye tarifini ver. Herkes yapsın afiyetle yesin.

içindekiler:

2-3 portakal kabuğu
1 bardak sıvı yağ
1 bardak şeker
1 bardak portakal suyu
1 yumurta
1 paket kabartma tozu
kulak memesi yumusakliginda alabildiği kadar un. (bu tabir sırf biz türklerde var sanıyordum ama almanlarda kullanıyor)

Yapılışı:

Portakal kabuğunu küçük küçük dograyacaksiniz. Rendelemeyin.
Sonra geri kalan malzemelerle birlikte karıştırıp, alabildiği kadar unu ilave ederek hamurunuzu elde edin.
Sonra hamurunuzu ceviz büyüklüğünde toplara ayırıp yuvarlakça yoğurun ve topları tepsiye dizin. Dizmeden önce topların tepsinin üst tarafına gelen taraflarını toz şekere bandirin.
160 derece ısıda yaklaşık 10-15 dakika pembelesene kadar pişirin.
Afiyet olsun. :)






14 Kasım 2012

İyiki doğdun halacım

Kızkardeşi çok güzel birşey bence. Bir evde iki oğlan olmalımı bilmiyorum ama, iki kız çocuğu kesinlikle olmalı.
En büyük sırdaştır kızkardeş.
En yakın arkadaşlardan önce gelir.
Teyze anne yarısıdır. Amcada baba yarısıdır.
Benim teyzem yok. Birtanecik halam var. Halamında kız kardeşi yok. Ne yazık.

Onun için halam benim için teyze yarısıdır.
Bugün doğum günü bu güzel kadının. İyiki doğmuşsun, iyiki varsın halacım.
Seni seviyorum.

15.11.2012 | Ahu Kader 

13 Kasım 2012

El yazısı kadar güzel birşey yok aslında ...
Eigentlich gibt es nichts schöneres als die Handschrift.

Mich interessiert weder der Himmel, noch die Hölle. Denn ich habe meine Mutter lachen und auch weinen gesehen.


13.11.12 |Ahu Kader

12 Kasım 2012

Bir sevgi hikayesi

-->
Bu bir sevgi hikayesi. Aslında birazda sevgisizlik hikayesi. Bu Sibel'in hikayesi. Hangi Sibel'in hikayesi olduğu önemli değil aslında. Senin, benim, hepimizin hikayesi.

Kendi kendime yazı yazmaya başladığımda galiba 14 yaşındaydım. Yazmak benim için çok büyük bir zevk, ana dilimde kelimeler öğrenmek için ayrı bir yol oldu her zaman.
Bu yazdıklarını paylasmalisin diyen arkadaşlarım oldu. Biriktirdiğim defterlerimi ödünç alıp kitap gibi okuyanlarda oldu. Sonra bir ara bir site açmıştım, kendi yazdığım şiirleri ve düz yazıları paylasiyordum. Uzun yıllar siteye bakmayınca silindiğini fark ettim ve blogspotta bir blog açtım.
O günden sonra gerçekten de yazdıklarımı beğenenler oldu, Sibel bunlardan birtanesi. Bana yazılarımı sevdiğini söyledi. Hatta 'favorimsin Ahu abla' dedi.

Sibel'i çok sevdim. Kardeşimden bir yaş büyük. Sibelin sevgi hikayesini yazmak istiyorum, sevgisizlik hikayesini yazmak istiyorum. Sibel çok cana yakın, gülünce yüzünde güller açan bir kız. Bir gün bana 'ahu abla bana baktığında ne görüyorsun?' diye sordu. Ondan sonra başladı bu hikaye.
Sibel 13 yaşına kadar gayet sağlıklı bir kızmış. Sonra bir gün evde kuzenleri ile otururken aniden kendini kötü hissetmeye başlıyor …
Buradan sonrasını Sibelin ağzından dinliyoruz.

neyse içeri geçtim uzandım sonra ayaklarımda bi uyuşma hissettim ayağa kalktım baktım adım atamıyorum. ewdekilerde telaşlanıp koluma girdiler
odanın içinde gezdirdiler yavaş yavaş adım atarken hiç adım atamaz oldum ve odanın içine yığılıp kaldım. bacaklarım donmuştu yürüyemiyodum.
sonra hemen komşulara haber ettiler beni hastaneye götürdüler hemen acile götürdüler başıma hemşireler felan toplandı
noldu neyin var diye soruyolar bana ne cevap vereceğimi bilemiyodum. bi anda oldu bende anlamadım dedim. iğne yapıp ewe yolladılar beni
neyse sabah tıpa gittim orda yatırdılar araştırma şu bu derken omur ilik iltihabı (tranversmiyelit) teşhisi koydular bana.
10 gün acilde yattım serum merum verdiler daha sonra fizik tedavi hastanesine sevk edildim orda da 6 ay kadar fizik gördüm. sonra taburcu oldum.



Herşey bundan sonra düzelmiştir. Ne güzel diyorsunuz degilmi? Hayır Sibelin serüveni bundan sonra başlıyor. Tedavisine devam etmek zorunda. Çünkü Sibel o günden sonra yürüyemiyor. Tedavisi için Almanyaya gitmesi gerekiyor. Su türk filimlerinde olan senaryolar var ya, hani yurt dışında tedavi görmeniz gerekiyor ve sizin bu tedavi için yığınla miktarda bir paranız olması gerekiyor. Gerçektende bunlar geliyor Sibelin başına. Yine ondan dinlemeye devam ediyoruz.


doktorlar hastalığımın kök hücre dışında başka tedaviye uygun olmadığını söylüyolardı, ozamanlarda kök hücre henüz uygulamaya geçmemişti
neyse 4-5 yıl bekledim. bi gün telefonum çaldı arayan doktorumdu. sibel dedi kök hücre almanya da uygulamaya geçti bi hastamı gönderdim
olumlu cevap gelirse senide yönlendircem oraya dedi. neyse gönderdiği hastası 2 ay kalıp dönmüştü. gayet olumlu sonuçlar alınmıştı
doktorum tekrar bana geri dönüş yaptı böyle böyle dedi ailenle gel konuşalım yüzyüze dedi, gittik konuştuk ettik
herşey dahil 10bin euro masraf olcak dedi. hastamın boynundan aşağısı tutmuyodu o şimdi oturubiliyo ayakları canlandı dedi,
o iyi olduysa sen hayli hayli iyi olursun dedi. kök hücrenin bana yararı olcağını söyledi neyse onun yönlendirmesiyle ayaklandık,
tabi babam pek bu durumdan memnun değil, tabi adam beni değil parayı düşünüyo
neyse bende her zorluğa karşı naptım ettim ondan bundan akrabalarımdan yardım istedim o parayı denkleştirdik. pasaportumu felan çıkartık
vize işlemlerine başliycaktık tabi bu arada da ailemle hep huzursuzluk yaşıyorum tartışıyoruz felan onlar beni vazgeçirmeye çalışıyolar
masraf üstüne masraf olunca huzursuzluk üstüne huzursuzluk çıkıyodu. ama ben kavgayla gürültüylede olsa o pasaportu çıkartmıştım. pasaport elime geçince
herşey otomotikmen hal olunur diye düşünüyodum neyse almanyadaki amcam da babamla aynı kafadalar pek umutlu bakmıyolardı para boşa gitcek diye düşünüyolardı hep
Almanyada kalan amcam (babamın amcası) tedavimin olcağı kliniğe gitmiş doktorla konuşmuş ve doktordan oran istemiş hastamız buraya geldiğinde iyi olcakmı
faydası olcakmı diye doktorda demiş ben garanti veremem hastanız gelsin baştan incelemesini yaparız kök hücre uygunsa ona göre tedavisini yaparız.
böyle diyince işte amcam babama işte doktor böyle böyle diyo oran vermiyo bu iş şimdilik bi kalsın demiş.



Burada başlıyor Sibelin sevgisizlik hikayesi. Parayı icat eden yerinde uyuyamasin bence, ama herkesin elini kolunu bağlayan para. Ama bir aile nasıl olurda çocuğu için cabalamaz buna anlam veremiyorum. Bunu Sibelede söyledim. Umarım bana kirilmamistir. Uzaktan davulun sesi hoş geliyor. Ben yardım etmek için elimden geleni yapardım. Ama belki bende elim kolum bağlı oturur kalırdım. Bilemiyorum ki.
Sonra Sibel başka bir yere, başka bir eve taşınıyor. Artık 2. katta yaşıyorlar ve 2. katta yaşamak demek, kolayca dışarıya çıkamamak, istediğini yapamamak demek Sibel için. Ben bir kaç gün peşpeşe eve tikinip dışarı ile irtibatimi kestiğim zaman o kadar bunaldigim oluyor ki, Sibeli çok iyi anlıyorum. Bu çok zor bir piskoloji olsa gerek. işte bu arada Sibel internette geziyor ve galiba bizde böylelikle tanışmış oluyoruz :) Olaya positif bakalım, degilmi güzelim.


Sonra bir gün Sibele bir umut isigi yaniyor.
bi gün çarşıya çıktım annem babam ben. annemle babamı arkada bırakmış kırgın kırgın gidiyodum tekerlekli sandalyemle
demek yolda bi adamın dikkatini çekmişim. önce annemle babamın yanına gidip tanıştı sonra yanıma gelip benle tanıştı.
ben dedi antrenörüm, sen neler yapıosun dedi okuyomusun diye sordu yok dedim hiç bişey yapmıyorum. bak kızım dedi seni seni spora başlatıcam, spora başlarsan
senin ve ailenin hayatı kurtulur. senin gibi bedensel engelli bi kız var spora geldi halterci oldu dünya şampiyonu oldu büyük ödüller kazandı
ve istikbali kurtuldu. eğer sende yapmak istersen sana yardımcı olurum dedi. bende madem öyle şu spor salonuna gidelim detaylı konuşalım dedim.
gittik konuştuk, ben dedim spor sorun değil yaparım yapmasına da gidiş geliş benim için zor olur, ewimiz 2. kat indirecek çıkaracak kimse yok
o yüzden olmaz dedim. hoca da sen yeterki kabul et gerekirse ben sana yardımcı olcam dedi herşeyinden ben sorumlu olcam sende artık benim bi ewladımsın dedi

ama dedi şimdiden anlaşmamızı yapalım yarın birgün büyük ödüller alırsan %30 u benim olcak dedi. tamam dedim.


Canım Sibelim, o kadar saf o kadar masum ki, bu adama inanıyor. Daha spora başlamadan adamın %30u benim olacak demesinden anlamaliydin aslında pekte iyi niyeti olmadığının. Evet seni tesfik etmiş olabilir, böylelikle hayatında güzel birşey oluşmuş olabilir ama onada kızıyorum. Elime geçirirsem fena yaparım.
Ve …
ve hocanın teşvik etmesiyle spora başladım beni götürüp getiriyodu bana karşı çok ilgiliydii bende umutlanmıştım artık benimde bi amacım bi hedefim var
bu hayatta, şampiyon olcağıma inanmıştım. 2 ay boyunca hergün gidip geldim 10 kilodan 50 kiloya çıkmıştım rahatlıkla kaldırıyodum ağırlıkları.
herşey güzel gidiyodu taki abim okulu kazanıp kayseriye gidinceye kadar. okullar açılınca abim gidince ben perişan oldum ve spor hayatım yarıda kaldı.
abim beni 2. katdan aşağı indiriyodu otobüse gidip çarşıya gidiyodum hoca beni çarşıdan alıp stadyuma götürüyodu kondüsyon salonunda antrenman yapıodum.

bende bu durumu hocama anlattım hocam dedim abim gitti ben nolcam? sibel zemin kat ew bulmamız lazım değilse haltere veda etmek zorunda kalırsın dedi.
hocanın böyle demesiyle zaten umudum kırılmıştı hocaya olan güvenim sarsılmıştı bi anda. sonra köye kafa dinlemeye gittim, beni hergün arayan hoca
bi daha ne aradı ne sordu kızım neden gelmiyosun antrenmana diye arayıp sormadı bile bende inat yaptım aramadım hiç kendisini.



İnat değil seninkisi. Tamamen gurur. Ve gururlu olmakta o kadar haklısın ki canım benim. Bende senin yerinde olsam böyle davranirdim.


ilk rahatsızlandığımda bana grip gibi geçici bişey gibi geliyodu hiç üzülmedim. ha bugün ha yarın iyileşecem diye bekledim
arkama dönüp baktığımda, uzun yıllar bırakmışım arkamda. tam tamına 8 sene oldu. şuan yürüyemiyorum belden aşağım tutmuyo
nasıl bi sabırsa bende ki hiç bi zaman üzüntü duymadım ve kendimi engelli gibi görmedim. kimseye de bu kelimeyi bana karşı kullandırtmadım
ewet bu şekilde yaşamaya alıştım ama hiç bi zaman kabul etmedim. benim de diğer insanlar gibi hayallerim ve hedeflerim vardı ama hiçbiri olmadı



Zaman çok çabuk geçiyor aslında. Ben daha dün 20 olduğumu hatırlıyorum şimdi 30 yaşındayım. 8 sene geçmiş böylelikle ve biz Sibelle bu 8 sene sonrasında tanıştık. Facebookten konuşuyoruz uzun uzun. Anneme anlattigimda Sibelin hikayesini, keşke bir yere başvursaydı yada başbakana gitseydi demişti. Aslında Sibele yardım edilebilirdi, hala yardım edilebilir. Önemli olan Sibelin vazgeçmemesi.
Geçen gün konuştuğumuzda 'Ahu abla yeniden spora başladım' dedi. O kadar sevindim ki anlatamam.
Ben Sibele inanıyorum. O bu hastalığını yenecek ve bir gün bir yerde bizde bir araya geleceğiz. Seni seviyorum canım …

12.11.2012 | Ahu Kader

10 Kasım 2012

Başaramayacaklar


Seni unutturmaya çalışanlar var Atam ama başaramayacaklar. Unutturamadıkları gibi, özel önemli günleri kutlamamızı da engelleyemeyecekler tıpkı bugün saygımızı sunduğumuz ve sevgiyle andığımız gibi.

En çok sen durmalısın Atanın arkasında ey türk kadını.
Çünkü bir erkeğe bağımlı kalmadan karar verebiliyorsan, seçip seçilebiliyorsan, okula gidebiliyorsan, üniversiteye gidip yüksek yerlere gelebiliyorsan ...
Hepsini ona borçlusun.
Odanın en güzel köşesine bir resim asacaksan eğer, bu Atatürkün resmi olmalı başkasının değil!


10.11.12 | Ahu Kader

Not: Tarih gerçektende sıraya girmiş bu gün

9 Kasım 2012

John C. Parkin - S*ktir et





Arka Kapak
Siktir Et Hayatta Hiçbir Şey Senden Önemli Değil..
Siktir Et demek sizi iyi hissettirir. Mücadeleden vazgeçmek, ne hoşunuza gidiyorsa onu yapmak, çevrenizdekilerin sizin hakkınızda düşündüklerini umursamamak ve kendi yolunuzdan gitmek harika bir duygudur.
John C. Parkin’in bu komik ve ilham verici kitabı, Siktir Et demenin; Doğunun boş verme, vazgeçme ve bir şeylerin o kadar da önemli olmadığını fark ederek gerçek özgürlüğü bulma gibi ruhani fikirlerinin kusursuz bir Batı ifadesidir.
Siktir Et; şarkı okumak, meditasyon yapmak, sandalet giymek ya da tütün yemek gibi eylemler gerektirmeyen ruhani bir yoldur. Modern zamanın küfürlü söylenişiyle, Siktir Et, Batılıları şöyle bir sarsıp kendilerine getirecek, anlam dolu hayatlarımıza egemen olan stresi ve gerginliği ortadan kaldıra.caktır.Bu yüzden, bütün sorunlarınıza ve meselelerinize S*ktir Et demenin bir yolunu bulun. Hayatınızda yapmanız “gerekenlere” S*ktir Et deyin ve sonunda başkaları ne düşünürse düşünsün, neyi yapmak istiyorsanız onu yapın. 



Kitapçılarda dolanırken 'Fuck İt' adı altında o kadar çok gözüme ilişti ki bu kitap merak ettim. Sonra bir kaç arkadaştan da duydum ve türkçesinin 'S.ktir et' olduğunu duyunca gülümsedim. Bu kelimeyi bir bayana pek yakıştıramazlar ya, onun için pek kullanmam bende ama bazen gerçektende s.ktir çektiğim oluyor, neyse.
Kuzenim Ayferde kitabı gördüğümde, Ferdiden ödünç aldığını söyledi ve bende Ferdiye facebook üzerinden sorup kuzenimden ödünç aldım. 

Gelelim kitaba. John C. Parkın bu kitabında güya bize bazı şeyleri nasıl s.ktir edeceğimizi, hangi durumlarda nasıl davranacağımızı göstermeye çalışıyor.
Komik olmaya çalışıyor kimi yerde, 'yok bana sonra böyle mektuplar göndermeyin, hadi kitabı kapatın, derin nefes alın' vs.
Kitabı dün ve evvelki gün okumaya çalıştım ve dün akşam eve dönerken 55. sayfada bırakmaya karar verdim, çünkü beğenmedim.
John C. Parkın hiçte kusura bakmasın ama, akıcı bir şekilde okunmuyor. Bende onun felsefesine uyarak 'aman s.ktir et' dedim ve okumayı kestim.


Biz galiba nerede ne zaman neye s.ktir et diyebilecegimizi çok iyi biliyoruz.


09.11.2012 | Ahu Kader 

8 Kasım 2012

Tesekkür ederim

Cana 
teşekkür ediyorum. Beni anladığı ve bu satırları yazacak kadar değer verdiği için.
Biz son zamanlarda sevdiklerimizi kaybettik, kaybettiğimiz sevdiklerimizi andikta.

Masala devam. Bir gün bir yerde hepimiz yine birlesecegiz unutma!

08.11.2012 | Ahu Kader

Elif Şafak - Firarperest

Arka Kapak

İnsan ki eşrefi mahlukattır, içindeki semavi özü keşfetmekle yükümlüdür. Çıkacaksın yollara, kendine doğru git gidebildiğin kadar. Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, Öteki'ni keşfetmek...
(…)
Çakılı kalmamak sırf alışkanlıklardan ötürü demir attığın koylara. Çıkmak oralardan, geçmek dalgakıranların beri tarafına, bilmediğin memleketlere varmak, tatmadığın yemekler yemek, sözlerini anlamadığın şarkılarla içlenmek, risk almak, dağılmak ve parçalanmak ve hasret çekmek buram buram, gurbetin tadına bakmak ve kendini yabancının gözünden görmek, şaşırmak yeniden, şaşırmak bir çocuk gibi dünyanın hallerine, çeşitliliğine, güzelliğine, acımasızlıklarına... şaşırmak ölene kadar... şaşırma kabiliyetini hiç yitirmemek... budur son tahlilde Âdemoğullarına, Havvakızlarına kendilerini keşfettirten serüven.


Yazar:Elif Şafak

Sayfa Sayısı: 236
Dili: Türkçe
Yayınevi: Doğan Kitap


Kitabı yaklaşık dört günde bitirdim. Daha önce Elif Şafaktan Aşk kitabını okumuş bir çok insan gibi bende beğenmiştim. En sonda almanca bulunan Bit Palası okudum ve onuda çok beğendim.
Gelelim Firarpereste. Yazar bu kitabını gazete yazılarından derlemiş. Yazılar farklı farklı konular ile ilgili olduğu için ve çok uzun olmadığı için zevkle okudum ve bu kitabını da sevdim Elif Şafak'in.
Kitabın içinde M.K.Perker'in çok güzel çizimleri var. Bu cizimlerde ilgimi çok çekti. Yazılarla uyumu harikaydı. Hepsini bastırıp bir yerlere asmak isterim.



Resimler altintidir

08.11.2012 | Ahu Kader

7 Kasım 2012

Sammelaktion für obdachlose Menschen

Die Hochschule RheinMain sammelt Spenden für obdachlose Menschen. Spenden kann jeder, der sich in der Nähe von Wiesbaden und in Wiesbaden befindet. Die Hilfe von Nicht-Studenten ist auch herzlich willkommen.



Nachtrag: Die Sammelaktion wurde bis zum 23.11.2012 verlängert. Ihr könnt also weiterhin Eure Spenden an den Standorten abgeben.

6 Kasım 2012

Ve istifa ettim

Bugün gerçekten de istifa ettim.
Sabah saat yedide iş başı yaptım ve herzaman ki gibi öğlen üç buçukta paydos ettim. Sabah erkenden üst kata çıkıp istifa dilekçemi verdim ve patroniçe beni 3 kere in çık, in çık yaptırdıktan sonra en sonunda istifa dilekçemi bir kaç kere daha bastırdıktan sonra, memnun oldu ve çıkış kaydımı hazırladı hasbam.
İş arkadaşlarımla vedalaştım.
Duyanlar geldi benimle vedalaştı.
Biraz buruk oldu tabiki ayrılmam ama verdiğim karardan memnun ve mutluyum.

06.11.2012 | Ahu Kader

5 Kasım 2012

Siz beni kovamazsiniz, ben istifa ediyorum

Yarın 14 yıllık matbaa macerama son vereceğim. Beni tanıyanlar bilir, bilmeyenler de bu sayede öğrenmiş oldu.
Ben 16 yaşımdan beri ortaokula, liseye ve üniversiteye giderken harçlığımı çıkarmak için matbaada çalışıyordum. Derslerden geri kalan günlerde ya matbaaya gidiyordum, yada haftasonları işi eve getiriyordum.
Tatillerde de her gün giderek, bir kaç aylık çalışmış oluyordum ve derslerime girerken bile matbaadan maaşım geliyordu.

Fakat son yillarda söylenmeye başlamıştım. Hem işin ağırlığından, hem parasının az olmasından yakınır olmuştum.
Eylülün birinde okuduğum üniversitenin öğrenci işlerinde ofiste çalışmaya başladım. Haftanın üç günü ofiste çalışıyor, diğer öğrencilere evraklarında yardımcı oluyor, ofisten çıktıktan sonrada dersime gidiyorum.

Geçen gün bir şey sormak için matbaayı aradığımda, bana geçen ay hiç çalışmadığım halde bir miktar maaş gönderdiklerini ve bu miktar için ya haftasonu evde ufak bir iş yapmam gerektiğini, yada bir gün gidip matbaada çalışmam gerektiğini söylediler.
Benim cinlerim tepeme çıktı. Hem beni arayıp iş vermiyorlar, hemde maaş gönderiyorlar.

Yarın çalışmaya gideceğim ve hazırladığım çıkış kâğıdını da patrona vereceğim.
Matbaa hikayesine son veriyorum. 14 yıl dile kolay. En dar vakitlerimde orada zevkle çalışarak paramı kazanmıştım ama artık bana sadece zarar verdiğini düşünerek ayrılmak istiyorum.
Yeni bir sayfa açıyorum ...
Hoşçakalın

05.11.2012 | Ahu Kader

4 Kasım 2012

Yarin topraga verileceksin


Biliyormusun anneanne? Acın hala taze.
Yarın toprağa verileceksin, 1994 senesinde.
Bizi yine bir sancı saracak bu gece, her zaman sardığı gibi.
Özledim senin kokunu. 'Kader' diye seslenmeni özledim anneanne.
Biliyorum, gün gelecek kavuşacağız tüm sevdiklerimizle.
Tanrı bizi birleştirecek yine, bir şekilde.

Yarın toprağa verileceksin anneanne. Ben okulda kalacağım bu gece.
Okulda kalacak tüm çocuklar. Uyku tulumlarimizla okulun holünde yatacağız anneanne.
Içimde garip bir his, gitmek istemiyorum aslında ama, herkes gitmek zorunda anneanne.
Gece onikiyi çeyrek gece burnum kanamaya başladı, biliyormusun anneanne?
Ben sonradan rüyalarımda gördüm sevdiklerimin ölümünü.
Korku duydum rüya görmekten bile.
Ama senin bizden gidişini bir burun kanaması ile anladım ben anneanne.

Yarın topraya verileceksin anneanne.
Acın hala taze.
Biliyorum tanrı birleştirecek bizi.
'Hoşgeldin Kader' diye sesleneceksin bana.
Huzur içinde yat anneanne.

04.11.2012 | Ahu Kader

3 Kasım 2012

İnsan olmaya çalışıyorum, haberiniz ola

Sene 1998, ben Mainzde liseye başladım. Köyden (o zaman buralar hep tarlaydi :)) büyük şehire gidip geliyorum trenle.
Biraz ürkütüyor beni her nedense. Doğduğum şehir olmasına rağmen, Mainz her zaman ayda yılda bir çarşıya gidilen büyük şehir olarak kalmıştı o zamanlar.
Neyse, liseye başladım ben. Sınıfta tek türk benim. Bir kaç yabancı var. Benimle liseye baş vuran arkadaşımı da başka sınıfa verdiler, canım sıkkın zaten …
Her sabah altı buçukta trene biniyorum, sekizde okula varmak için. Ben kendim seçtim, daha yakın olan Alzeye de gidebilirdim ama ben istemedim.

Okuldan bahsediyordum ben. Yan sınıflarda bulunan türk gençlerle tanıştıkca mutlu olmuştum. Bir gün tenefüste okul bahçesinde dururken nereli olduğumu sordular.
'Erzincanlıyım' dedim.
'Ah, o zaman sen alevisin' dediler.
'Efendim? O ne?' dedim. Yüzüme garip garip baktılar.
O gün eve gidip anneme sormuştum 'alevi ne demek' diye.
Ben ilk defa alevi kelimesi, kürt türk ayrımı ile lisede karşılaştım.
Ailem bana öğretmemişti ayrım yapmayı, kürdü türkü farklı tutmayı.
Ama gel gör ki, yurt dışında yaşadığımız halde, sıladan binlerce uzaklıkta gurbette olduğumuz halde, yine ayrımı kendimiz yaptık kendimize.

Demem o ki, ben 1998 senesinde karşılaştım ayrımcılıkla. Bu günlerde de Atatürkçüyüm, solcuyum dediğimde, 'sen o zaman kürtsün' diyen arkadaşlarım çıktı.
Kimseye ne düşündüğümü, neden kimi sevdiğimi, neden kimi sevmediğimi açıklamak zorunda hissetmiyorum kendimi. Ama şunu söylemek istiyorum, herşeyden önce insan olmaya çalışıyorum ben ve ınsanı insana kırdırandan, kardeşi kardeşe vurdurandan, kendini (ben öyle görmediğim halde) azınlık hissedip yaşadığı bayrağın altında bulunan insanları öldürmeye kalkışanlardan nefret ediyorum.

Bir kaç gün önce bir Volkan Konak videosu yüklemistim Facebooka …
Bende onun gibi düşünüyorum. Atatürkümü sevmiyeni sevemiyorum arkadaş. Vatanımın bayrağı altında kardeşçe yaşamak varken, dağa çıkan teröristi de kabul etmiyorum.
'Erzincanda kürtler çok ama, sen neden değilsin? Alevisin o zaman. Türkler alevi olmuyor ama?' gibi sorularla çok karşılaştım ömrü-hayatımda.

İnsan olmaya çalışıyorum, haberiniz ola.

03.11.2012 | Ahu Kader