ahureas2014 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ahureas2014 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2014

Vampir Akademisi - Okuyorum ben ya Vol.2

Okuyorum ben ya basligi altinda daha önce yayimladigim yazimda Vampir Akademisi kitaplarina basladigimdan bahsetmistim.
Simdi kisacasi ücüncü kitaptan bahsedecegim. Daha dogrusu goodreads sayesinde tanitimini ekleyecegim buraya.

Vampir Akademisi #3 Gölge Öpücük

St. Vladimir Akademisi’nde bahar dönemiydi. Rose Hattaway’in mezuniyeti yaklaşmıştı. Ancak Mason’ın ölümünden beri toparlanamamıştı Rose. Geçmiş hesaplar yakasını bırakmıyor ve bu durum derslerine konsantre olmasını engelliyordu. Dahası, en yakın arkadaşı Lissa’yla ilgili korkunç ve önlenemez düşler görüyordu.

Fakat hepsinden önemli bir şey vardı. Rose aşıktı!

Hem de hocası Dimitri’ye… Bu seferki gelip geçici bir şey de değil, düpedüz aşktı.

Peşindeki Strigoiler’in saldırısıyla ortalık karışacaktı.

Rose, hayatını değiştirecek bir yol ayrımındaydı. Ya en yakın arkadaşını koruyacak ya da aşkın peşinden gidecekti.

Vampir Akademisi’nde hiç olmadığı kadar korkunç ve karmaşık bir ders yılına hazır olun


Bu kitabin sonunda ah dedim, yazik oldu Dimitriye gitti güzelim adam :) 
Önceki iki kitap gibi bu kitapta heyecan icinde gecti. Bir türlü asik olduklari halde bir araya gelemeyen Dimitri ve Rose cok kisa olsada bu kitapta mutluluga kavustu. Mutluluk kisa sürdü. Strigoi'lere karsi savasirken Dimitri bir Strigoi tarafindan isirildi ve kötü aleme gecti diyebilirim. Acaba Rose ne yapacak? Dimtiri'yi bulacak mi?


12 Aralık 2014

Okuyorum ben ya

Kitap okumaya devam ediyorum.
Burası benim arşivim olduğuna göre, ileride açıp bakınca 2014 yılında hangi kitapları okumuşum diye, son okuduğum üç kitabı da kısaca buraya ekleyeceğim.
Ekleme diyorum çünkü ben kitap tanıtımı işi ile uğraşmıyorum. Bunu çok güzel yapan arkadaşlarım var zaten.

Varlıklı bir işadamı, annesinin cenazesinde suikasta kurban gitmiştir. Suçlu bulunan karısı tutuklanır ve ömür boyu hapse mahkum edilir. Onun masum olduğuna inanan sürgündeki dedektif Hardwick, bu esrarı çözebilecek tek kişinin, Dahi Dedektif Dave Gurney’in kapısını çalar.

Suikastçının, bulunduğu noktadan hedefi vurabilmesinin imkansızlığı sadece Gurney’in dikkat edebileceği küçük bir ayrıntıydı.


Bu kitabı blogumu açtığım ilk günlerde arkadaş olduğum ve hâlâ görüştüğüm sevgili Seda bana Türkiye'den gönderdi. Merak ettiğim için. Ne yazık ki ben bu kitabı fazla sevemedim. Evet heyecanlıydı heyecanlı olmasına ama bazı yerlerin gereksiz şekilde uzatıldığını hissettim. Hem bir yandan merak ettim, hemde bir an evvel bitsin diye bekledim. Bir kaç bölümünü atlayıp sonunu okuduğumda tahmin ettiğim gibi bitti.

Kitapagaci Almanya olarak çok güzel 5 bayan ile tanıştım. Kendi capimizda ufak bir etkinlik yaptık. Yılbaşında hepimiz kurada çıkan diğer arkadaşına bir kitap gönderecek. Fazla masraf olmasın diye birbirimize elimizde bulunan kitaplardan göndermeyi kararlaştırdık.
Çok mutluyum bu güzel hatunlar ile tanıştığım için. Egosu olmayan, sadece karşısında kitapsever buldu diye her okuduğu kitapta fikir alışverişinde bulunmak isteyen ve karşılık beklemeden birbirine bir sürü hediye gönderebilecek gurbet kuşları olduk. Selam olsun Tuğçe, Derya, Yonca, Didem, Yonca ve Huriye'ye.
Derya ve Tuğçe beni çok meraklandirdigi için bende onların sayesinde Vampir Akademisi Serisine başladım ve şuan üçüncü kitabı okuyorum.



Vampir Akademisi #1
Lissa Dragomir, bir Moroi prensesi: Sihir dünyasıyla arasında kopmaz bir bağ olan ölümlü bir vampir. Vampirlerin en vahşisi ve en tehlikelisi, ölümsüz Strigoi'lerden her daim korunması gerek.Lissa'nın en yakın arkadaşı Rose Hathaway'in damarlarında akan insan ve vampir kanının güçlü karışımı onu bir Dhampir yapıyor. Ve Rose kendini, arkadaşı Lissa'yı -genç kızı içlerinden biri yapmayı kafaya koymuş Strigoi'lerden- koruduğu tehlikeli bir hayata adamış.Rose ve Lissa, iki yıl süren kaçak özgürlüklerinin ardından yakalanıyor ve Montana ormanlarının derinliklerine gizlenmiş Aziz Vladimir Akademi'sine sürükleniyor. Rose, Dhampir eğitimine devam edecek. Lissa da zaten elit Moroi toplumunun Kraliçe'si... Ve iki kız, Akademi'de yine birçok kalp kıracak.Lissa ve Rose'un Aziz Vladimir'den kaçmasına sebep olan korkuydu. Evet, çünkü Akademi'nin demir kapıları ardındaki hayat, akıl almayacak kadar tehlikeli. Moroi'ler iğrenç ayinler düzenliyor ve onların bu gizli kapaklı doğası ve gece aşkı, sosyal karmaşalarla dolu enigmatik bir dünya yaratıyor. Rose ve Lissa, bu tehlikeli ortamda kendi yönlerini bulmak, yasak aşkın cazibesine karşı koymak ve Strigoi'lerin Lissa'yı sonsuza dek kendilerinden birine dönüştürmesine fırsat vermemek için sürekli savunmada kalmak zorunda!

Ben vampir kitaplarini seviyorum. Hikayeleri hosuma gidiyor. Icinde biraz heyecan, biraz ask olunca beni alip götürüyor. Rose'un hikayesi biraz üzüyor beni. Lissa'yi korumak adina asik oldugu hocasi Dimitri'den bile vazgecmis durumda. Ah Dimitri, vah Dimitri :)


Vampir Akademisi #2 Buz Öpücük
Aşk ve kıskançlık zorunlu bir kış tatilinde çarpışırsa, eğlence kana bulanabilir! Rose, Dimitri'yi seviyor. Dimitri de belki Tasha'yı seviyor.
Ve Mason da Rose ile birlikte olmak için canını vermeye hazır.
St. Vladimir'de kış tatili geldi ama Rose tatil havasına bir türlü giremiyor. Muazzam bir Strigoi saldırısı okulu yüksek alarm durumuna geçirdi ve Akademi artık Gardiyanlar'la dolu.
Ki aralarında Rose'un çetin ceviz annesi Janine Hathaway de mevcut. Ayrıca annesiyle teke tek dövüş yetmezmiş gibi, Rose'un yakışıklı eğitmeni Dimitri'nin de başkasında gözü var. Arkadaşı Mason ise Rose'a feci tutulmuş vaziyette ve Rose da erkek arkadaşı Christian'la bol bol yiyişen Lissa'nın beynine hapsolup duruyor!
Strigoiler yaklaşıyor, Akademi hiçbir riski göze almıyor. Bu sene, St. Vladimir'in yıllık kayak tatilli mecburi.
Ancak göz kamaştırıcı kış manzarası ve şık Idaho tatilköyü yalnızca bir güven ilüzyonu. Üç arkadaş ölümcül Strigoilere karşı bir harekette bulunup kaçınca Rose, onları kurtarmak için Christian ile güçlerini birleştiriyor.
Ancak kahramanlığın da bir bedeli var elbet...
Çok fena, çok.

17 Kasım 2014

Sari Zeybek


Katıldığım okuma şenliğinde Atatürk ile ilgili bir kitap okumam gerekiyordu. Bende bu yüzden Can Dündar'in yazdığı Sarı Zeybek kitabını seçtim.
Bu güne kadar 100 kere bu kitabın belgeselini seyretmiş olsamda yine aynı yerleri burnum tıkanarak, gözlerim dolarak okudum. Sen rahat uyu.
***

Notlar:
Bize pek anlatmadıkları, öğretmedikleri bir Atatürk'tü bu... Okulda anlatılanlar kadar güçlü ve heybetli değildi belki, ama sıcak ve yakındı. Hasta yatağında doktorlara küçük yalanlar söyleyecek kadar muzip, korumalarını atlatıp, saraydan kaçarak sahil meyhanelerinde horon tepecek kadar yalnız, hayatını ortaya koyup, yurt gezisine çıkacak kadar gözü pek, ölüm döşeğinde nutuk dikte ettirecek kadar güçlü, Ankara'ya, başkentine gidemeyince ağlayacak kadar insandı. Bizim gibiydi.

20 kasım 1937 'Doktorumu terk ederim, rakımı terk etmem" ilk kriz bir kasım günü gelmişti. İlk ateş de bir kasını günü geldi. Tıpkı son sancının bir kasım sabahı geleceği gibi...

"İlaçlar temin edilmiş ve Ankara'ya yollanmıştır... İlaçların bedeli 750 frank, posta masrafı 246 franktır..."

Bu, hakikaten bir kahramanlık ayini idi. 'Rejime riayet ederse en çok 9 ay yaşayabilir' teşhisi konulan ve bunu bilen bir adam, dizlerini yere vura vura zeybek oynuyordu.

13 Kasım 2014

Golem ve Cin


Golem ve Cin Helene Wecker'in ilk kitabı. Kitap Ağacı grubu ile bu ay bu kitabı okudum.
Kitap gerçekten ilginç, fakat çok uzun soluklu diyebilirim. Uzamista uzamış. Çünkü kitabın yarısında ancak bir araya gelen Golem ve Cin bence daha önce de karsilasabilirlerdi.

Korkunç güçlere sahip bir büyücü tarafından, yalnızlık çeken bir adam için kilden yapılmış bir golem... Ve bin yıllık esaretinden uyanan bir cin... Bu iki olağanüstü varlığın yolu 1899 yılında New York'ta kesişir. Farklı olmaktır onların kaderi... Hikâyeleri herkes gibidir aslında, kendini farklı ve yalnız hisseden her insan gibi... Ve tehlike, onlar için sadece bir adım ötededir hep.

Golem'in kilden yapılması sebebi ile yer yer gerçekten çok soğuk bir karakter olarak yansıtılmış ama Çin ateşten yaratıldığı için Golem'in aksine çok daha ateşli bir hayat yaşamış.
İkisi bir arada tamamen zıt fakat bir o kadar da hadi bir araya gelsinler dediğimiz türden yaratıklar. İnsan hep olmayanı ister ya, bu iki ayrı yaratığın da bir araya gelebilmesi imkansızdır sanki.
İkisi de hayatlarını bir şekilde yaşamaya çalışırken karşılaşır, birbirlerinin farklı olduklarını anlar ve arkadaş olurlar. Uykuya ihtiyaçları olmadığı için geceleri herkes yatarken New York'u kesife çıkarlar.
Bir gün gelişen olaylar yüzünden ikisinin de sakladığı sır ortaya çıkar ve ne oldukları öğrenilir. Olaylar bundan sonra başlar.
Kitabi almanca okudugum icin not ettiklerimi de artik almanca bir blogta paylasirim.
Sevgiler.

 

29 Ekim 2014

Darağacında üç Fidan - Nihat Behram


1968'ler. Yazılı tarihin en barbar asrının en umutlu, en ışıklı, en cesur günleriydi. Coşkun bir devrimci dalganın bütün dünyayı sarstığı, onlarca ülkede milyonlarca insanın ayağa kalkarak, "Gerçekçi ol, imkânsızı iste," diye haykırdığı günlerdi...Böyle bir dünyada, Denizler de özgürlük bayrağını Türkiye'de yükseklere taşıdılar. ABD'ye, Nato'ya, yurtlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere en iyi cevabı eylemleriyle, yürüyüşleriyle, cesaretleriyle verdiler.Ve egemenler, bu özgürlük kabarışının intikamını 12 Mart karanlığında üç gençten çıkarmak istediler. Somut hiçbir yasal dayanak olmadan Deniz'i, Yusuf'u, Hüseyin'i ve nice arkadaşlarını idamla yargılayıp, "Asalım, asalım!" çığlıklarıyla darağacına göndererek özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini boğmaya çalıştılar...Baskı altında geçen yirmi iki yılın ardından, bu yeni basımıyla Darağacında Üç Fidan'ı sunarken, bugün koyu bir karanlığın ve ahlâksızlığın içine itilmek istenen yurdumuzda, gözlerimizde hâlâ bir umut ışığı, darağaçlarında "solmayan" üç fidanın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz...
***
Kategori: Bir zamanlar yasaklanmış bir kitap
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, yasaklanmış kitaplar bir başka tat veriyor insana. Trende giderken okuduğum kitabın kapağını gören türklerin bakışları da ilginçti açıkçası.
Bir kitabın içinde bulunan başlıklar bile bir insanın burnunun direğini sizlatabilir mi? Etkilendiğim bir kitap oldu. En çokta Deniz Gezmiş'in idamını gerçekleştirdikleri bölümde kötü oldum. Uzun boylu olduğu için ayağının altında ki sehpayı itelediklerinde ayakları sehpanın altında bulunan masaya basmış ve masayı da ayaklarının altından çektikten sonra uzun bir süre nabzı atmaya devam etmiş.
Neyse efendim. Okuyun.

Cehennem - Dan Brown


Dan Brown bu kitabı yazarken Dante'nin Cehennem'inden esinlendiğini söylemişti. Kitabı okurken de bu etkiyi görebiliyorsunuz; Dante'nin cehennemi sizi içine çekiyor!

Bugün Dünya Sağlık Örgütü'nün de açıkladığı üzere dünya nüfusu büyük bir hızla artmakta. Kitapta da bu nüfus artışının yaşantımızı nasıl olumsuz etkileyeceği anlatılıyor ve bu sorun bir cehennem olarak karşımıza çıkıyor. Peki, bu cehennemden nasıl kaçılır, bu sorunun cevabını arıyoruz bu kitapta.

Bu arayışta da Brown Dante'nin Cehennem'indeki iç içe geçmiş ve gittikçe daralan dokuz sarmal daireye ve orada acı çeken insanlara atıfta bulunuyor.Alışıldık Dan Brown kitapları gibi bu kitapta da yine sırlar, gizem, şifreler ve tabii sanat tarihi var. Ama Türkiye'deki okuyucular için bu sefer büyük bir fark mevcut. Çünkü cehennemin kapıları aslında İstanbul'a açılıyor! Hikâye Floransa'da başlasa da merkezde İstanbul var! Ve İstanbul'da da öne çıkarılan yerler Yerebatan Sarayı ile Ayasofya!

Kahramanımız ise yine Robert Langdon. Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon başından vurulmuş bir halde evinden binlerce kilometre uzakta, Floransa'da bir hastane odasında gözlerini açtığında ne buraya nasıl geldiğini ne de nasıl vurulduğunu hatırlamaktadır. Yaşadığı korkunç baş ağrısına eşlik eden tek şey; sürekli kâbuslarında gördüğü kan kırmızısı bir nehrin karşı kıyısından kendisine "Ara, bulacaksın!" diye seslenen gümüş saçlı güzel bir kadın ve onu çevreleyen, toprağa baş aşağı gömülü can çekişen bedenlerdir.Langdon gördüğü kâbusları anlamlandırmaya çalışırken kadın bir suikastçı tarafından takip edildiğini, kendisine tedavi uygulayan doktorlardan biri gözlerinin önünde vurulunca anlar. Hastanede görevli diğer doktorlardan biri olan Sienna Brooks'un o ölüm kalım anında yardım etmesiyle hayatta kalır ve neler olduğunu ilk olarak onun ağzından duyma fırsatına kavuşur.Sienna'nın evinde kendine bir yol çizmeye ve olan biteni anlamaya çalışırken, genç doktorun, üzerinden çıktığını söylediği bir projektör, Langdon'ın çözmesi gereken sırlar ve şifreler dünyasının kapısını aralar. Projektörden duvara yansıyan, Botticelli'nin ünlü La Mappa del'Inferno adlı eserinin bir görüntüsüdür; ama bir fark vardır. Buradaki cehennem tasvirinde bir mesaj gizlidir.Langdon bir yandan mesajı çözmek, bir yandan da müşterilerinin amaçlarına ulaşabilmeleri için varlıkları, personeli, tecrübesi ve yaratıcılığı her zaman sınırsız bir hizmet sunan gizemli örgüt Konsorsiyum'um peşine taktığı suikastçılardan kurtulmak zorundadır. Bu örgüt ister borsayı yükseltmek, ister bir savaşı meşrulaştırmak, ister bir seçimi kazanmak veya bir teröriste tuzak kurmak olsun, dünyanın siyasal güçleri için sahte bilgi komploları düzenleyen, akla hayale gelmedik senaryolarla kurulu dünya düzenini korumaya çalışan gizemli bir örgüttür ve şimdi de Langdon'ın peşindedir. Simgebilim profesörü hem Konsorsiyum'la baş etmeye hem de şifreleri adım adım çözdükçe Floransa sokaklarında farklı pek çok mekâna giderek ipuçlarını puzzle'ın parçaları gibi yerli yerine koymaya çalışır. Sonunda Langdon Floransa'nın en eşsiz şaheserlerinden biri olan Vecchio Sarayı'nda muhafaza edilen bir ortaçağ veba maskesine, Dante'ye ait olan ölüm maskesine ulaşır ama ne yazık ki maske çalınmıştır ve çalanların bunu hangi amaca hizmet ederek yaptıklarını anlamak için Profesör Langdon bu aşamayı çözmek zorundadır. Fakat Langdon eldeki çok az ipucundan hareketle mantıklı bir sonuca ulaşamasa da eğer maskeyi ele geçirebilirlerse sırrı da çözebileceklerine inanmaktadır. Ve bundan sonra da amansız bir kovalamaca başlar. Artık, ipuçları Dante'nin Cehennem'inin içinde saklı olan bir bilmecenin etrafında şekillenen korkunç bir senaryonun içindedir ve hem peşindekilerden kurtulmak hem de kendisine umut bağlayan bilim dünyasının ümitlerini boşa çıkarmamak zorundadır.Ve Floransa'nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik'in muazzam bazilikalarına uzanan bu semboller zinciri Langdon'ı tarihi sonsuza dek değiştirebilecek olan bir mekâna sürükler. Burası üç imparatorluğun merkezi olmuş, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul'dur. Ve bu şehirde ya tarih baştan sona yeniden yazılacak ya da bunu yazacak hiç kimse kalmayacaktır...24 saat içinde geçen Robert Langdon'ın bu soluksuz macerası bu sefer Dan Brown okuyucularını daha bir saracağa ve nefessiz bırakacağa benziyor!
***
Coktandir bu kadar heyecanlandigim bir kitap okumamistim. Dan Brown'un daha önce Da Vinci'nin Sifresi kitabini okumustum ve o kitabini da cok begenmistim.
Bu kitabin son bir kac bölümünün Istanbul'da gecmesi bu kitabi benim icin özel kildi.
 

20 Ekim 2014

Araf - Elif Safak

Sayfa : 396 sayfa
Dogan Kitap
"İyi de bir insana neden ömür boyu geçerli olacak şekilde tek bir isim veriliyordu başka bir isim de verilebilecekken, hatta isminin harfleri karıştırılıp aynı isimden yenileri türetilebilecekken? Kendimiz de dahil etrafımızdaki her şeyi yeniden adlandırma şansı ne zaman alınmıştı elimizden? Doğuştan bana verilen bir isme ilanihaye mıhlanıp yapıştığımı bilmek nasıl sıkmaz ki canımı, hayattaki yegâne tesellim kendim olmamayı başarabilme şansım iken? İsimleri sonsuza kadar sabitleyen bir dünyaya saplanmışım, harflerin çığırından çıkmasına izin vermeyen. Ama ne vakit kaşığımı alfabe çorbasına daldırsam ismimi ve onunla birlikte kaderimi yeniden düzenlemek üzere yeni harfler yakalamayı umuyorum."Elif Şafak, cinsel/etnik/dini, tüm çarpılmışlıklarıyla aklımızdan çıkmayacak bir günümüz Amerikası tablosu çizmiş. Kaçık, hüzünlü, bilge ve inanılmaz komik romanı insanın damağında acı-tatlı bir lezzet bırakıyor.
***
Yine bir Elif Safak kitabi ve bu kitabi da sevdim. Biraz agir gitti fakat Safak'in alistigim yazi stili oldugu icin yadirgamadim. Hikaye zamaninda Türkiye'den Amerika'ya göc eden Ömer'in hikayesini anlatiyor. Kitapta yine zamanda yolculuk yapiyorsunuz.

Not aldiklarim:
Mesela bir Türk, Türkiye'deki bir Amerikali'nin adini yanlis telafuz etmis oldugunu fark etmeye görsün büyük ihtimalle hayli huzursuz olur bundan ve durumun kendi hatasi olduguna, en azindan kendisinden kaynaklanan bir sey olduguna hükmeder o anda. Oysa Birlesik Devlerler de bir Amerikali bir Türk'ün adini yanli telaffuz ettigini fark ettiginde muhtemelen kendisini degil olsa olsa ismi sorumlu tutacaktir bu hatadan. Isimlerin yabanci memleketlere ayak uydurma sürecinde muhakkak bir seyler eksilir - bazen bir nokta, bazen bir harf ya da vurgu.

Ama Abed'in anlayacagini biliyordu. Bir yabancinin bir baska yabanciyla ikisine de yabanci olan bir dilde konusmasinin ücüncü en büyük iyiligi buydu.

6 Ekim 2014

Mahrem


Mahrem
Görmeye ve görülmeye dair bir roman...
“Öyle güzel ki uçmak... Öyle güzel ki tüyden hafif, uçurtmadan serseri, buhardan oynak, toz zerresinden kıvrak, kar tanesinden savruk olabilmek gökkubbede. Niyetim daha, daha da yükseklere çıkmak. (…) Niyetim gökyüzünde fersah fersah yükselip güneşin gölgesine değerek, bembeyaz bulutların üzerine çıkıp bağdaş kurmak ve bir de oradan bakmak dünyaya. Çünkü bilmek istiyorum aşağıda olup biten her şey görülüyor mu buradan bakıldığında? Merak ediyorum arka bahçelerde sırlanmış sırlar, işlenmiş kabahatler, yarım kalmış oyunlar kaydediliyor mu satır satır, kelime kelime? Bilmek istiyorum bir mahremiyeti var mı insanoğlu-insankızının, insan olmanın?”

Şafak, Isabel Allende ekolü büyülü gerçekliğin önemli bir mirasçısı olmaktan öte bir yazar. Romanın görkemli gerçeküstücülüğü kayda değer bir zekâyla desteklenmiş.
The Independent


Uyumsuzluklara ve toplumun bunlara nasıl baktığına dair çok katmanlı bir metin. Sıradışı, sanrılı bir roman…

***
Bu kitap hakkında ne yazabileceğimi bilmiyorum. Elif Şafak'i severek okuyorum. Bu kitapta 3 farklı zamanda yolculuk yapıyorsunuz. Roman insanların başka insanlara ne kadar sığ baktığını gösteriyor. 1999 yılında geçen bölümde hikaye çok şişman bir kadından bahsediyor ve sevdiği Be-Ce'den. Be-Ce bir Nazar Sözlüğü yazıyor. Sözlük Z harfi ile basliyor.

Not aldıklarım:

"Mahremiyetin gitti mi elden, sen de gitmelisin tez elden!"

Ama benim kadar şişmansanız eğer, minibüsler, otobüslerden daha da beterdir.

Ben buna, "bir sürahi basiretin kalorisi bir yudum musibetinkinden azdır" kuralı diyorum.

Aslında, az buçuk arızası olan herkes bilir bu altın kuralı: "Baktın ki kem söz işiteceksin, evvela kendin dalga geç kendinle; hatta en çok sen dalga geç ki, başkalarına fırsat kalmasın. İsmini sen koy marazının; hatta davul zurnayla duyur ki merhamet yoksunu ismini, sana lakap takmaya yeltenenlerin hevesleri kursağında kalsın."

Kaç kitap okuyunca âlim, kaç diyar görünce gezgin, kaç hezimetten sonra bezgin olurdu insan? Kaç olunca çok, kaçta kalınca azdı rakamlar?

Nefret ediyordum şişmanlari aptal zannedenlerden.

Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi bilirdi ki, erkekler en çok birbirlerinin hırsızıydı; fırsat çıkmayagörsün, tereddütsüz çalarlardı birbirlerinin mutluluklarını.

merak: Gerdek gecesinin sabahında, karısını dizlerine oturtmuş şehzade. "Dilediğince gez," demiş "dilediğince yaşa bu kırk odalı sarayda. Lakin, sakın ola kırkıncı kapıyı açmaya çalışma, kırkıncı kapının kilidini zorlama!" "Sen nasıl istersen," demiş genç kadın munis bir ifadeyle. Kocası dışarı çıkar çıkmaz elinde bir tomar anahtarla kırkıncı odanın önünde almış soluğu.
 


Hadi kolay gelsin, hayat denilen şey.

29 Eylül 2014

Eylül - Mehmet Rauf

Eylül
Sıcak bir mevsim ile coşkunca başlayıp sonbaharın buruşuk yapraklarıyla birlikte solgunlaşan, acılı bir sevda öyküsü: Eylül... Romana adını veren bir ayda biten bir Aşk ve çekici Süreyya'nın kişiliğinde düğümlenmiş evlilik, hayat, namus gibi kavramların "yasak bir Aşk"ın pençesinde nasıl irdelenebileceğini "romantik" bir tahlille destanlaştıran Servet-i Fünûn karakteri: Mehmet Rauf...
Türk edebiyatının ilk "psikolojik" romanı olan Eylül, 1900-1901 yılları arasında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edildiğinde, belki de hak ettiği ilgiyi görememişti. Fakat belli ki, şimdi durum çok farklı: Zira Suad'ın Süreyya'ya olan aşkının mahiyeti, tam manasıyla henüz kavranmaya başlıyor!
Hazan yapraklarıyla "Aşk" kavramının gerçek mahiyetini bulması, çağımız insanı için oldukça ilgi çekici olmuştur. Çünkü bu çağda içi yeterince boşaltılmış olan kavramlardan bunalmış olan insanlar artık gerçek aşkı aramaya başladılar: Sonbaharı aradılar, hüznü ve gözyaşını aradılar; Eylül'ü buldular...
***
 
Bu kitap Türkiye'nin ilk psikolojik kitabiymis. Okurken sevgili blog arkadasim Gece_Yürüyüsü söyledi ondan sonra da kullandigim kitap sitesinin kaynaklarinda da bunu okudum. 
Kitap üc yerde geciyor. Bag evi, yali ve deniz. Sonra üc kisinin, yani evli olan Suad ve Süreyya ve Süreyya'nin akrabasi olan Necib'in sayesinde psikolojik bir kitap okuyorsunuz, sevgi ve ask üzerine ve mahremiyete dair.
Katildigim güz okuma senliginde adinda sonbahari cagristiran bir kelime olan bir kitap okumam gerekiyordu. Bende bu yüzden Eylül'ü sectim.
***
Not aldiklarim:
"O simdi yalniz degil ki! Insana kuru hayalden iyi arkadas mi olur? Kuzum, bu yali hülyasi öyle bir hastaliktir ki, insani gayet vefakâr bir dosttan daha cok mesgul eder."
 
"Sen birinci ikramiyeyi kazanmissin, azizim." dedi ve elini sikarak: "Fakat birinci ikramiye de lâyik bir ele düstügünde tesekkür etmelidir; zira iltifat etmedigime eminsin ya, temin ederim ki birbirinize lâyiksiniz." diye devam etti.
 
Eylül, Mehmet Rauf
Beyaz Balina Yayinlari 
289 Sayfa  

1 Eylül 2014

Tanri'nin Unutulan Cocuklari


Cesaret, Korkuya Direnmekve Ona Galip Gelmektir.Uzak bir ülkenin yazarı olan Craig Silvey'in çok sayıda ödül alan romanı Türk okuyucularıyla buluşuyor. Yayımlandığında Avustralya'da yoğun bir ilgiyle karşılaşan yazar, başarılı en genç yazarlar listesinde yer almayı başarmış bir isim."Pencereme gelmişti.Nedenini bilmiyorum ama gelmişti işte.Belki başı dertteydi.Belki de gidecek başka yeri yoktu..."Sıcak bir yaz gecesi beklenmeyen bir misafirin penceresini tıklatmasıyla Charlie'nin sıradan hayatı tamamen değişir.Çünkü toplum dışına itilmiş tuhaf misafirin kimseye söylemediği bir sırrı vardır.Yaşamları, hayata bakışları ve imkânlarıyla birbirinin zıttı gibi görünen bu iki çocuk toplumun duyarsızlıklarına, önyargılarına, bağnazlıklarına karşı duran büyük bir dostluğun da başkahramanlarıdır. Bu küçük bedenler için hayat bir daha eskisi gibi olmayacaktır.Okuruna önemli sorular soran, genç-yetişkin herkesin tanışması gereken, güçlü bir roman. Çocukluğun saf masumiyetine sımsıkı sarılan bu kahramanlar kimseyi hayal kırıklığına uğratmayacak!"Ustalıkla işlenmiş, okunmasının üzerinden yıllar geçse de hatırlanacak bir roman. Bülbülü Öldürmek romanına selam eden Silvey, dokunaklı bir dille sıradan yüzlerin ardına gizlenmiş birbirinden ilginç sırları keşfediyor."-Marie Claire UK-"Bu romanda ırkçılık, adaletsizlik, arkadaşlık ve ilk aşkın duyarlılığı bir arada sunuluyor; tıpkı dünyada iyi ve kötünün birlikte yer alması gibi."-Sydney Writers' Festival-"İki çocuk kahramanının gözünden esprili, dramatik, gizemli ve biraz da gerilimli ilerleyen bu roman, okuyucuları saklı kalmış bir yaşamın kapısını aralamaya çağırıyor."-Readings-"Bu romanda mutlu gibi görünen aileler, toplumun dışladığı ötekiler, önyargılar, dokunaklı yaşam hikâyeleri, başka dünyalara duyulan özlemler ve masum yıllar var... Ve tüm bunlar içimizdeki öldürmediğimiz çocuğun seslenişleri."-Daily Mail-Hayat bir piyangodur:Şanslı olan kazanır, şansızlar iseTanrı'nın Unutulan Çocukları'dır...
***
Kitap Jasper'in kendi mekaninda bir agaca kendini asmis Laura'nin cesedini göstermesi ile basliyor. Charlie ister istemez Jasper'in sirrini sakliyor ve Laura'nin cesedigini agactan indirik nehre saliyorlar. Sonra aramalar basliyor. Charlie bir yandan kendini suclu hissederken bir yandan da Laura'nin kiz kardesi Eliza'nin olaylardan ne kadar haberdar oldugunu merak etmektedir.
Jasper kasabanin delisi olan Jack Lionel'in Laura'yi öldürdügünen emindir ve bunu ispat etmek istiyordur.
Bilmedigi bir sey vardir, oda Jack ile kan baginin olmasi ...
Kitabi cok severek okudum.
Bu kitapta gecen tüm cocuklarin hikayesi icimi burktu ve anladim ki kitapta sadece Jasper ve Charlie degil de bahsi gecen tüm cocuklari Tanri'nin unutulmus cocuklari.
***
Üzgünüm. Üzgünüm. Bu kelime, karsinizdaki kisinin acisini kendinizin gibi hissettiginizi ve paylastiginizi gösterirdi. Dolayisiyla bizi birlestirir, karsimizdaki kisi kadar cignenmis, hirpalanmis hale getirirdi. Özür dilemek bir cok seydi. Yeniden doldurulan bir cukur. Ödenen bir borc. Özür, yanlislarin ardindan gelirdi. Sonucun incitici bir yankisi. Tipki bilmenin hüzün oldugu gibi, özür dilemek de hüzündü. Özür dilemek bazen kisinin kendine acimasiydi. Ama aslinda özür dilemek kisinin kendisiyle ilgili degik, karsizindaki kisiyle ilgiliydi. Kabul edebilir yada etmeyebilirdir. Sayfa 303

28 Ağustos 2014

Alice Harikalar Diyarinda

"O güzel bahar gününde, derenin kenarında kırda, yeşillikler içinde, ablasının yanında oturmaktan, Alice'in canı iyiden iyiye sıkılmaya başlamıştı.Meşgul olacak, yapacak bir iş de bulamıyordu. Bir-iki kez, ablasının okuduğu kitaba gözü kaydı. Ama onda da ne resim vardı, ne konuşma.Alice kendi kendine "Resimsiz kitap da ne işe yarar ki?" diye içinden geçirdi. Sıkıntıdan patlamak üzereydi. "Acaba papatya mı toplasam?" diye aklından geçiriyordu. Sıcak hava iyice uykusunu getirmişti. Tam o sırada birden önlerinden beyaz bir tavşan koşa koşa geçiverdi. Ama garip olan şuydu ki tavşan ceket ve yelek giyiyordu."

Ne zamandir okumak istedigim bu kitabi sonunda okudum ve bir kac sayfalik olsada cocuklarin hayal dünyasina kavustum. Ne güzel bir kitap. Resimler ile bezenmis olmasi dahada güzel. Keske hep cocuk kalabilsek.

Cavdar Tarlasinda Cocuklar

"Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede olduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum."

Bu kitap hakkinda ne düsünecegimi bilemiyorum. Bir cok yerde hep "harika bir kitap" yorumunu okumustum. Ayrica dün bahsettigim "ölmeden önce okunmasi gereken 1001 kitap" listesinde de en baslarda gelen bu kitabi merakimdan okudum fakat dedigim gibi hakkinda ne düsünüyorum karar veremedim. Internette arastirdiginizda kitabin edebi konusu hakkinda bir cok yazi bulacaksiniz fakat ben kitapta ki kahramandan zirvaliklar okudum. Aciklamada da dendigi gibi rezil bir cocuklugu okudum ...


 

18 Ağustos 2014

Kumral Ada Mavi Tuna



Kumral Ada Mavi Tuna
"Bir salı sabahı uyandım. Bütün gazeteler hayatta en çok sevdiğim kadının bir cinayet işlediğini yazıyordu. Bunu hiç beklemiyordum. Beynimden vurulmuşa döndüm. İç dengelerim şiddetle sarsıldı. Oysa gerçeği biliyordum ama bana kimse tek bir şey sormamıştı. Onu mahkum etmişlerdi! Kapı çalındı. İki asker beni almaya gelmişti. İç savaş çıkmış, seferberlik ilan edilmişti. Bunu bekliyordum. Hiç şaşırmadım. Bunu uzun zamandır korku ve kuşkuyla hep bekliyordum. Hazırlandım ve o salı sabahı evden çıktım."

Genç bir öğretmen bir sabah Kuzguncuk'taki evinden apar topar alınıp, askere götürülür. O, bunun bir kabus olduğuna, arkadaşlarıysa onun iç savaşa katıldığına inanmaktadır. Oysa annesi oğlunun bir ambulansla evden götürüldüğünü anlatmaktadır.

Kumral Ada - Mavi Tuna, iç savaşın içimizde ve dışımızda, bireysel ve toplumsal olarak yarattığı yangınları umutsuz bir aşk üçgeni ekseninde anlatan sarsıcı bir roman.

Dört dile çevrilen Kumral Ada - Mavi Tuna birçok toplumsal yaramızı irdelerken unutulmaz bir aşk hikayesi anlatıyor.

Kaynak: Goodreads.com
***
Evet, merak ettigim bu kitabi sonunda bende okudum. Cok güzel oldugu söyleniyordu. Olabilir fakat Tuna'nin buhranlari bana buhran gecirtti. Hikaye güzel. Konu ask olunca her sey güzel sanki ama kitabin ic savas bölümlerini atlamak istedim, nedense. Yine de kurgu olarak güzel bir kitap olmus.
Kitapta yer yeni bölümün meshur bir söz ile baslamasi hosuma gitti.

Not aldiklarim:
"Akil, ask ve can! Bu ücü ücgendir. Her derde care, her yaraya merhemdir."
Mevlana Celâleddin Rumî (II. Divan Kebir)

"Biz asker milletiz oglum", derdi annesi, "Gecmisimizde iki kara illetten; düsman ve cehaletten hep asker sayesinde kurtulduk." O sirada salonda tam televizyonun üzerinde asili duran yakisikli Atatürk fotografine derin bir askla bakardi annesi.

Zorbalar, basa cikamadiklari, korktuklari her seyi tarih boyunca daima yakmislardi. Zorbalar, insanlari, kitaplari ve binalari hep yaktilar...

"Ne zaman 'Türkiyeli olmak' kavramini hepimiz sahiden anlayacagiz ve kabul edecegiz, iste o zaman kurtulacagiz!" dedi, fisildayarak.

#buketuzuner
 
 

10 Ağustos 2014

AZ - Hakan Günday


Az11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” Derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazı’nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A’dan Z’ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman

Kaynak: Goodreads
***
Coktandir böyle güzel bir kitap okumamistim. Derda ve Derdâ'nin hikayeleri cok güzeldi ve hayatin onlari cok garip bir sekilde bir araya getirmesini okudum. Ben böyle bir son beklemiyordum.
Bir de artik bu kitaptan sonra Oguz Atay'in Tutunamayanlar kitabini okumak farz oldu.

Not aldiklarim:
- Doğru söylüyordu. En azından doğru söylediğini düşünüyordu. Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut.

- Finsbury Park. Müslüman göçmenler yüzünden emlak fiyatlarının düşük olduğu Finsbury Park. Dolayısıyla yoksullaştıkça ırkçılaşan İngilizlerle zenginleştikçe çoğalan Müslümanların dip dibe yaşadığı Finsbury Park.

- Unutma, ecele kadar senin imtihanın Cüzi halinden utan külli olandan sakın Belki nefsini müdafaa için can alacaksın Ama kendine asla kıymayacaksın Madem varsın o zaman kalacaksın Hayatta ve huzurda Ne zulüm ne küfür ne de zina lntihardır şu küre-i arzda en beter günah Kime aittir nefesin, bilmez misin? Toprağa girene kadar üstünde secde etmez misin? Ne yalan ne riya ne de şehvet lntihardır, Allah'a tek ihanet Nasıl, gel, denmeden gelemediysen Git, denmeden gitmeyeceksin Olur da başına buyruk kesilir ve kendi ipini kendin çekersen Kömürden kara bir boşlukta silinirsin Velhasıl, ecele kadar imtihanında ilk zaferin Ecele kadar sabretmektir, bunu bilesin .. .

4 Ağustos 2014

Semerkant - Amin Maalouf


‎'Titanic'te Rubaiyat! Doğu'nun çiçeği Batı'nın Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydin!' Amin Maalouf, 'Afrikalı Leo'dan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bit(mey)en bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi... [1] Amin Maalouf, Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen içiçe iki öykü...
Kaynak: Goodreads
***
 
Kitap Kardesligi bu ay Semerkant'i okuyor. Bende katildim kendilerine. Ayrica okuma senliginde bu güne kadar okumadigim bir yabanci erkek yazar kitabi da vardi. Böylece Semerkant sayesinde bunu da aradan cikarmis oldum. Bazi kitaplar bana cok agir geliyor nedense. Semerkant'ta bu kitaplardan bir tanesiydi.
Yinede okudugum icin pisman degilim cünkü anlatim dili güzeldi. Siir gibi ...
 

3 Ağustos 2014

Bunker Diary

Bu kitabin türkcesi yok daha. Patronum elime sokusturdu ve oku dedi. Gece korkudan uyuyamazsan suclusu ben degilim dedi.
Bende katildigim okuma senliginde korku kitabi kategorisi icin elime aldigim bu kitabi okudum bitirdim.
Kitap bir manyak tarafindan eski bir siginaka kitlenen alti kisinin hikayesini anlatiyor.
Günde bir kere sabah saat dokuzda gelen asansör ile bir araya toplanan alti kisi hayat mücadelesi veriyor.
Siginaka ilk kapatilan Linus ünlü bir karikatüristin ogludur ama evden kacmistir.
Ikinci kisi 9 yasinda Jenny'dir. Diger gelen 4 kisi pekte öenmli sahsiyetler degildi benim gözümde.
Zaten Linus en son öldü. Digerleri cesitli sebeplerden dolayi siginakta öldüler/birbirleirni öldürler.
Kitap beni hüsrana ugratti. Ben bir sekilde kurtulacaklarini ve onlari oraya kapatan sapik ile yüzleseceklerini tahmin etmistim.
Öyle geceleri uykularimin kacmasina sebep olacak derecede korkunc bulmadim.

-Kara Boncuk-

31 Temmuz 2014

Senden Önce Ben

 
Birbirlerine aşktan başka verecek hiçbir şeyleri yoktu...

Yaşamın ince detayları Loudan sorulur. Otobüs durağıyla ev arasında kaç adım var? Çalıştığı kafeye gelip gidenler nasıl bir hayat yaşıyor? Parlak yeşil elbisenin altına ne renk külotlu çorap giyilir? Onda bu soruların hepsinin cevabı var. Kolayca mutlu olabildiği küçücük dünyasında bilmediği tek şey hayatın çok daha karmaşık soru ve cevaplarla dolu olduğu...

Geçirdiği motosiklet kazasıyla hayatı altüst olan Will uzun süredir karmaşık sorularla meşgul. Bu hayatta diğer insanları mutlu eden küçük şeyler ona biraz olsun keyif vermiyor. Çevresindeki tüm renkler birden griye dönmüş ve böyle bir umutsuzluk içindeyken yapabileceği tek şeyin hayatını sonlandırmak olduğunu düşünüyor.

Peki, asık suratlı, aksi ve geçimsiz Will, Lounun rengârenk yaşamıyla karşılaşırsa neler olur?

Mucizelere inanmıyorsanız durup bir kez daha düşünün...

"Sakin Son Bölümleri Otobüste Giderken Okumayin. Ağlamamak için kendinizi tutmaya çalışırken bir enkaza dönüşebilirsiniz."
Tracy Williams

"Bu kitabı okuyunca duygudan duyguya koşacağınız bir lunaparka girmiş gibi oluyorsunuz. Okurken dünyayı ve zamanı durdurmak isteyeceksiniz."
Dooster

"Arkadaşların elden ele dolaştıracağı bir roman olacak. Moyes karizmatik, gerçekçi ve çarpıcı karakterler yaratmayı çok iyi biliyor."
The Independent

"Sizi bu kadar içine çekecek başka bir kitap bulmanız çok zor. Yıllardır okuduğum en güzel kitap."
Gill B.

"Bu hikâyeyi kitap bittikten çok uzun bir süre sonra bile hatırlayacak, her daim yanınızda taşımak isteyeceksiniz."
Romantic Book Lover
Kaynak: Goodreads
***
Gercekten de son sayfalari bu gün eve dönerken okudum ve aglamamak icin kendimi zor tuttum.
Bir cok yerde bu kitap hakkinda yorumlar okumustum ve beni üzücü fakat bir o kadar da muhtesem bir kitabin bekledigini biliyordum.
Bazen sevgi her seyin üstesinden gelemiyor. Sevdiginiz bir adamin hayatta kalma istegi yoksa, koynuna uzanip ölmesini beklemek zorunda kaliyorsunuz. 

30 Temmuz 2014

Yabanci - Albert Camus


Yabancı
Albert Camus'nün (1913-1960) en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan Yabancı, aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir varlıkın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi Meursault, bir simge kahraman değildir, adı olmayan bir Yabancıdır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma... Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir, der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.

Albert Camus Cezayir doğumludur. Yoksul bir işçi olan babası I. Dünya savaşı sırasında ölünce, İspanyol asıllı olan annesi çocuklarına bakmak için ev işlerinde çalışmak durumunda kalmış, Camus, küçük bir evde, erkek kardeşi, anneannesi ve felçli dayısı ile geçirmiş çocukluğunu. Eğitimi ve dolayısıyla felsefeci/yazar kişiliği, bu yoksulluk içerisinde tamamıyla rastlantısaldır.

Kaynak: Goodreads
***
Katildigim okuma senliginde Fransiz edebiyatinin bir yazarindan bir kitap okumam gerekiyordu. Bende ne zamandir okumak istedigim fakat bu güne kadar bir türlü okumaya firsatim olmayan Albert Camus'u sectim.
Kitap'in baskahramani tamamen kendi halinde yasayan annesini bir yaslilar yurduna vermis olan birisidir. Kitap annesini kaybetmesi ve cenazeye gitmesi ile baslar. Olaylar sonradan alir basini gider. Bir türlü hayatta dikis tutturamamistir. Sevdigi bir kadin vardir. Komsusu sayesinde girdigi bir kavgada cinayet isler ve hapise girer.
Hapiste ise sorgular sirasinda bile her seye Yabanciligi ön plana cikar. 

 

25 Temmuz 2014

Bin Muhteşem Güneş


Bin Muhteşem Güneş
Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da o içinizde yaşar. Afganistan'ın Khaled Hosseini'de yaşadığı gibi…

Bin Muhteşem Güneş, ilk romanı Uçurtma Avcısı'yla tüm dünyada inanılmaz bir başarı yakalayan Hosseini'nin ikinci romanı. Yazar bu romanında da yine doğduğu toprakları anlatıyor. Bu kez iki kadının kesişen yaşamları ve dostlukları üzerinden…

Küçük yaşta evlendirilen kızlar, çocuğu olmayan kadınlar, babaya ya da çocukluk arkadaşına duyulan, geçmişe gömülmüş aşklar…

Khaled Hosseini, hasreti, dostluğu, aşkı ve insanlığı en iyi anlatan yazarlardan. Başarıyla kurduğu olay örgüsüyle, çıkmaz yolların nasıl düzlüklere açılabileceğini gösteren yaratıcı bir kalem.

Bin Muhteşem Güneş, kelimenin tam anlamıyla "beklenen" bir roman…
(Tanıtım Bülteninden)
***
Kitabi cok begendim. Okuma senliginde kitap adinda bir rakam gecen kitap kategorisine dail ettigim bu kitap cok güzeldi. Kitabi almanca okudum. 
Kitap 4 bölümden olusuyor. Meryem ve Leyla'nin arasinda yas farki vardir fakat bu kadinlar yasantilarinin getirdigi olumsuzluklar yüzünden birbirlerine kuma olurlar.
Ilk baslarda soguk bir rüzgar essede Meryem ve Leyla birbirine alisir ve anne kiz gibi yasamaya baslar. 
Tek söyleyebilecegim su ki cehaletten en cok kadinlar zarar görüyor bu dünyada.
 

20 Temmuz 2014

Milena'ya Mektuplar - Franz Kafka


Kafka, yapıtlarını Çekçe'ye çeviren Milena'ya, istirahata çekildiği Meran'dan mektuplar yazar. Dostça başlayan mektuplaşmalar bir süre sonra tutkulu bir aşka dönüşür. Üstelik yalnız mektuplarda kalan bir aşktır bu. Kierkegaard ve Werther'in aşkı gibi, Milena'yla mektuplaştıkları üç yıl boyunca iki ya da üç kez buluşan Kafka, her buluşma sonrasında suçluluk içinde kıvranır, kendinden tiksinir, kahrolur; ancak buna rağmen bir sonraki buluşma anını büyük bir özlem içinde bekler. Milena'nın evli, kendisinin nişanlı olması dahi bu özlemi öyleyemez. Bu sebepledir ki Milena'ya yazdığı mektuplar, aşkın soyluluğunu ve soysuzluğunu yansıtır. Büyük bir yazarın iç hesaplaşmalarını, duyarlılığını sergiler...
Kaynak: Goodreads
***
Kitabi pek sevdigimi söyleyemem. Aslinda kitapta sadece Franz'in degil de Milena'nin da cevaplari olsa daha güzel olurdu.
Yinede not ettigim bir iki satir var.
Notlarim:
"Hicbir Alman kendi dilinden beklemez öyle bir egilmeyi, böylesine kisisel yazmayi göze almaz da ondan!"

Kisi nelere sahip oldugunu bilmeyen bir "kapitalist" aslinda.

23. Kategori (10 puan): Mektuplardan veya anılardan oluşan bir kitap.