3 Kasım 2017

GoT - yani Game of Thrones

Kardesimin GoT hayranligini hic anlamis degildim. Fantastik kurgu dizileri, filmleri ve kitaplari severim aslinda ama GoT ilgimi cekmedi.
Göz ucu ile baktigim bir kac sahnede ortaligi kan revan götürüyordu, kelleler ucusuyordu. Herkes gibi John Snow'u ben de taniyordum.

Gel gelelim gectigimiz haftalarda diziyi seyretmeye basladim. Hikayesi beni aldi götürdü. Bir sürü dinler, kavimler, kim o tahta oturacak diye pis oyunlar.
Ucan kelleler, hele ki o minik simdi kocaman olan güzelim 3 ejderha. Sevdim diziyi. Seyretmeye devam edecegim.

Rob Stark'i öldürdüler. Hamile karisinin karnina hanceri kac kere sapladilar. Soktayim. Moralim bozuk.

Not: bazi kanli sahnelerde kafami cevirdigim dogrudur.

24 Eylül 2017

Antalya Vol.1

Dün sabah Almanya saati 7:55 de ucagimiza bindik ve Türkiye saati ile 12:10 da Antalya havalimanina inis yaptik. Pasaport kontolünden gectikten sonra kendimizi ilk önce bir Duty Free'de bulduk ve bir kac alacagimizi aldik. Pesine de bavullari beklemeye koyulduk ki bes dakika bile beklemedik. Ilk bavullarin arasinda bulunuyordu bavullarimiz.





Taksiyle eve gectik ve hemen bavullarimizi bosalttik. Sonra da Refika tezyem ve Özer amcam ile balkonda oturduk. Komsu cocugu Eser geldi. Cok akilli bir cocuk. Gir gir samata. Hemen türk liralarini bana verip Euro aldi benden. Kafa zehir gibi calisiyor. Böylelikle hemen döviz bürosuna gitmek zorunda kalmazmisim.





Sonja bir kac saat dinlendikten sonra kuzenim Aykan gelip bizi aldi ve ailesinin yanina götürdü. Enistem Necdet biz geliyoruz diye mangal yakmisti. Diger kuzenim Yasemin abla da biz geliyoruz diye Birsen ablama geldi. En güzel süpriz ise Erzincan'dan kuzenim Salih'in gelmesi oldu. Kendisi tatile cikmis bir arkadasi ile ve bari Birsen ablama ugrayayim demis. Bizim Antalya'ya gelecegimizden haberi yoktu. En son 2002 yilinda görmüs oldugumuz kuzenimiz Salih'i de bu tesadüf sayesinde görmüs olduk. Istesek böyle ayarlayamazdik.

Ilk günümüz böylelikle gecti. Devam edecek ... 23.09.2017

22 Eylül 2017

Antalya Yolcusu Kalmasin

Yarin sabah saat 7:55 de ucagimiz kalkiyor. Antalya yolcusuyuz kardesimle ve cok heyecanliyiz. Daha bavulumu toplayacagim ...
Hadi görüstügümüz zaman görüsürüz :)

15 Ağustos 2017

Ssinemche

Yillardir takip ettigim insanlar var Twitter de. Sinem de bunlardan birisi idi. Ara ara yazismalarimiz vardi. Ayni görüslerimiz. Eglendigimiz konular ortakti. Pazar günü twittere girdigimde Sinemin hesabindan Sinem'i trafik kazasinda kaybettik tweetini okudum. Inanamadim. Bu bir saka olmaliydi. Ama ne yazik ki trafik canavari Sinem'i bu dünyadan almisti. Cok üzgünüm. Hala inanasim gelmiyor. Mekanin cennet olsun canim Sinemim.

4 Ağustos 2017

04082017

Öğleden sonra boş geçen üniversite günlerimi özledim lan.
Sekiz ay oldu .
Sabah sekiz akşam dört buçuk.
Tren bekle.
Beşte trene bin .
17:27 de trenden in.
Eve yürü.
Akşam oldu.
Sabahları kitap okurdum trenlerde. Simdi uyukluyorum.
Kitaplarımı özledim.
Bir de doya doya yazı yazmayı.

3 Ağustos 2017

Tumblr

Tumblr'i cok seviyorum aslinda ama bir kac hafta önce bir anlik bir düsünce ile kapatmistim. Bugün yeniden actim. Cep telefonundan tumblr da yayim yapmak bloggere yayim yapmaktan daha kolay.
Tumblr'i olan var mi?

Varsa buyursun beni eklesin. Sevinirim.

https://ahukader.tumblr.com/

9 sene aradan sonra ...

Eskiden her yaz tatilinde arabaya binilir Türkiye'ye gidilirdi. Anne baba daha gençti. Arabaya binince o yol gidilirdi. Çekilirdi. Aileyi görmek güzeldi.
Zaman değişti. Gurbetçiler alamancılar oldu. Gözden ırak gönülden de ırak oluyordu. Olsundu.
Yugoslavya savaşı eski yolu gidilmez kıldı. Uçaklara geçildi.
Alamancılar yaz döneminde soyulacak tavuk gibi görüldü. Biletler ödenemeyecek kadar pahalı. Bir aileden 4 kişi gitmeye kalksa, bugünün parası ile neredeyse 1000€ dan fazla.

Üniversite yılları başladı. Anneye babaya okula gidecek çocuğunuz yok diye yaz tatilinde değil de daha sonra izin verilmeye başladı. Sömestr tatilleri anne babanın tatiline uymadı. Gitmedik. İçimizden gitmek gelmedi.

Ben en son 2008 yazında İzmir de halamın yanına gitmiştim. 9 sene geçti. Kardeşim ise en son 12 yaşındaydı. Şimdi 26 olacak.

Laf nereye mi geliyor. Mezun olduk ikimizde. Ben hemen işe başladım. O da iki haftadır çalışıyor. Gidelim artık dedik. Şimdiden eylül sonuna biletlerimizi alırsak ucuz olur belki dedik.

Ve dün biletlerimizi aldık. 23. Eylül - 07. Ekim arası Antalyadayız.
Şimdiden heyecan sardı beni. Eylül havaalanında uçaktan Antalyaya inince ağlarım ben kesin diyor.

Ben ise dondurma delisi Özlemime haber verdim. İnsanyavrusu'na haber verdim. Buluşacağız inşallah. Var mı başka kimse Antalya da?


20 Temmuz 2017

Mimar Mühendis Hasret Eylül


Ve kardesim yogun gecen haftalardan sonra dün mezun oldu. Onunla cok gurur duyoyorum. Seni seviyorum Eylül. Iyi ki benim kardesimsin.

14 Temmuz 2017

Yogun Gecen Haftalar

Son üç haftadır yoğun geçen bir çok günüm oldu. Kız kardeşim Hasret Eylül master tezini tamamladı. Allah nasip ederse haftaya çarşamba günü sunumunu yaptıktan sonra mimar mühendis olarak mezun olacak. Bu zaman zarfında bir buçuk aylığına ona iki kız arkadaşın evinde bir oda kiraladık. Üniversiteye sadece beş dakika yürüme mesafesiydi. Çünkü Eylül her gün eve git gel yaklaşık 3 saate yakın tren yolculuğu yapacaktı ve eğer ki öyle yapmış olsaydı bir sürü zamanı yollarda heba olacaktı.

Son 3 haftada neredeyse 2-3 gün uykusuz kaldığı dönemler oldu. Geçtiğimiz hafta sonu ben de gidip ona yardımcı olmaya çalıştım. Kardeşimin yorgun bitkin halini gördükçe içim acıdı. Geçtiğimiz perşembe günü gece 23.00 da sinirleri boşaldı ve ağlamaya başladı. O ağlayınca ben de ağladım. 48 saattir uykusuzdu ve bir başak burcu hanımı olarak istediği ve planladığı tüm detaylar modelin çıktısını alınca kağıtta güzel durmayacak diye ağladı. Üniversite arkadaşları ve ben onu telkin ettik. Sakinleştirdik. Bugüne kadar çalışma temposu ve sınavlardan başarı ile geçmesi arkadaşlarına örnek olmasına sebep oldu ve arkadaşları da "yapma böyle Hasret- Sen böyle yaparsan biz ne yaparız. Sen bizim için bir örneksin" sözleri ile ona moral verdiler ve elinden gelen yardımları esirgemediler.

Bu hafta salı ve çarşamba iş yerinden izin aldım ve Eylül'ün yanında kaldım. O lazerden geçecek olan dosyalarını hazırlarken ben de onun için koşturdum. Gittim gereken kartonları aldım. Lazer makinesinin başında bekledim. Kesilmiş olan kartonların laserden arta kalan kirli yerlerini temizledim vesaire.

Dün için izin almamıştım ve iş yerinde saat on ikiye kadar işime konsantre olamadım. Kardeşim on iki de modellerini iade etmesi gerekiyordu ve tüm gece atölyede çalışmaya devam etti. Arkadaşları yardımcı oldular. Onu stres altına sokmamak için arkadaşlarına mesaj attım. Zor yetişecek ama başaracağız hepimiz buradayız ve Hasrete yardım ediyoruz dediler.

Kardeşim tam 11.56 da modelini iade etti. O da rahatladı, ben de. Arkadaşları da sevinçli. Buradan yardımı geçen çocuklara teşekkür ediyorum.

30 Haziran 2017

Prova Dönemi

Evet blogcan, şaka maka prova dönemimin son günü bugün. İş yerinde tam altı ayım  bitti bugün itibarı ile. Yani bugün saat dörtte şirketten çıktığımda kontratım sabitlenmiş olacak. Bir kaç ay önce yaşadığım sorunlara rağmen soğuk kanlı kaldım ve her şey olacağına varır dedim. Olmazsa başka iş bulurum dedim. Ama artık görüyorum ki kendini strese sokmadan devam etmek ve başarıya ulaşmak için daha fazla çalışmak işime yaradı.
Kalın sağlıcakla.

26 Haziran 2017

Bayraminiz Mübarek Olsun

Evet sevgili blogcanlar, bayramınız mübarek olsun. Umarım aileniz ile güzel bir ilk gün geçirmişsinizdir.

Babam dün sabah bayram namazına gidip döndükten sonra kötü bir haber ile geri döndü. Almanya da neredeyse 40 yıllık komşuluk yaptığımız Nevzat amcam cumartesi hakkın rahmetine kavuşmuş.
Dün öğlen namazından sonra Alzey camiisinde tüm sevenleri buluşup orada onun için dua ettikten sonra naaşını uçağa verip Türkiye de defnedilmek üzere yola çıkardılar.
Gerçekten çok üzüldüm. Hayat böyle. İlk önce bayram namazına git, sonra da gurbet elde böyle günlerde herşey daha da bir zorlaştığı için, cenaze nakil işlemleri ile uğraş.

Onun haricinde gelenler gidenler. Ayrıca ben üniversiteye gidip şu an master tezini yazan kardeşime yardım ettim. Bugün de çalışıyorum malum. Gurbet elde bayram böyle geçiyor sevgili blogcanlar. Kalın sağlıcakla.

Bir dilim baklava bile yemedim daha. Migdem kaldırmıyor.

23 Haziran 2017

Survivor 2017

Kaynak: ntv.com.tr
Survivor yarışmalarını başladığı seneden itibaren severek takip ediyorum. İnsanlar ne kadar Survivor seyredenlere tepki gösterse de akşamları bir kaç saatliğine bir yarışma programını seyretmenin hiç bir sakıncası olmadığını düşünüyorum.

zira her akşam bir buçuk saat oynayan, kendini tekrarlayan ve Avrupa da ki türkleri salak yerine koydukları için beş dakikada bir koyulan saçma sapan kamu spotları sayesinde 3 saate çıkan dizi seyretmekten daha zevkli benim için yarışma programlarını seyretmek. (Ne kadar uzun cümle oldu bu:))


Neyse ben her sene olduğu gibi bu senede yine gönüllüler takımını tuttum ve dün akşam yapılan finalde gönüllülerin yarışmacısı Ogeday birinci oldu. Çokta güzel oldu. Hak etti kendileri.


Haşırt Dı Bilekbord


“Zafer Abimin bu yazılarını okurken gerçekten çok güldüm. Mal güzel. Müthiş bir zamanlama ile yazılmış performanslar gibiler. Bazen bu performanslara canlı tanıklık da ettim, çok şanslıyım. Hem esnek hem beton gibi sağlam öyküler. Peki, hiç düşündünüz mü nedir bunun sebebi? Ben düşündüm. İyi şeyleri ancak iyi çocuklar yapar.

Zafer Abim de hiç yaşlanmayan o iyi çocuklardandır.”
-Cem Yılmaz-

Zafer Algöz; Kemal Sunal’dan Sadri Alışık’a, Öztürk Serengil’den Fatma Girik’e, Erkan Can’dan Cem Yılmaz’a pek çok sanatçıyla setlerde, sahnede ve dost meclislerinde yaşadıklarını anlatıyor. Haşırt Dı Bilekbord güldürüyor, hüzünlendiriyor ve sanat dünyasının önemli isimlerini daha yakından tanıma fırsatı sağlıyor. Usta bir oyuncunun tanıklıklarıyla sese ve zamana soluk veren öyküler…



Bu kitabi arkadasim Tugce bana ödünc verdi. Kitabi severek okudum. Zafer Algöz tiyatro, sanat ve oyunculuk hayatinda yasadigi güzel anilarini bir araya getirmis. Yukarida da belirtildigi gibi kitapta bir cok sanatci var.
Kemal Sunal ile olan bir hatirayi okurken inceden bir ah cektim. Hasret giderdim. Öyle isimler sayiyor ki, hepsi toprak oldular. Mekani cennet olsun her birinin.
Okumanizi tavsiye ederim.

Kitabini bana ödünc veren arkadasim Tugce'ye de buradan tesekkür ederim.

22 Haziran 2017

Ingiltere de Ayin Iscisi

Joey adli kahramanimiz bir Call Center de calisiyor ve havalarin cok isinmasi ile sabah ise giderken sort giyiyor ve bunu twitter de "kadinlar mini etek ve elbise ile gelebiliyorsa bende sort ile gelebilirim herhalde" sözleri ile paylasiyor.


Is yerine vardiktan sonra patronu tarafindan sortun yasak oldugunu söylenip eve gönderiliyor.
Bunun üzerine Joey harika bir eylemde bulunuyor ve annesinin bir elbisesini giyip ise geri dönüyor. :)


Patronu saskinlik geciriyor ve ne yapacagini bilemiyor. Yeni sistem getiriliyor. Patron artik erkek calisanlarin 3/4lük uzunlugunda sort giyebilecegini, fakat bu sortlarin koyu mavi, siyah yada bej renginde olmasi gerektigini yazdigi bir e posta gönderiyor tüm calisanlara.
Joey yine de o gün elbise ile calismayi tercih ediyor.

Helal olsun Joey'i ye. Ben bu eylemini cok sevdim ve bu yüzden de blogumda bulunsun istedim.

Not: Fotograflar Joey'in twitterinden alintidir.

21 Haziran 2017

Kadir Gecesi

Kadir geceniz mübarek olsun blogcanlar. Tüm dualariniz kabul olsun insallah.
Eskiden herkese mesaj gönderirdim kandillerde felan ama artik bana sacma geliyor. Birini aramak iki satir konusmak daha degerli. Gelen mesajlara seviniyor, cevap veriyorum ama iki satiri yazmaya üsenip fotograf gönderen arkadaslari ne yapacagiz? :)
Saka saka. Kalin saglicakla.

13 Haziran 2017

Sokumu atlatmaya geldim



Dün aksam kücük capta bir sok gecirdim. Üniversiteden tanistigim bir arkadasim bana benim ise girdigimden sonra havalandigimi söyledi.
Is dolayisi ile artik eskisi kadar bulusamadigimiz icin herhalde biraz bozuldu. Cumartesi ise kardesime tezinde yardim etmek icin eski üniversiteye gittim. Orada da belki görmüssündür okulun lavantalarini koparirken kizlari cekip instagram storyme koydum.
Biraz eglendik. Yani bes dakikaligina.
Bunun üzerine bu bahsi gecen arkadasim bana mesaj atti. Hepiniz toplanmissiniz bana neden haber vermediniz diye bir sitem de bulundu.
Ben de kardesim icin geldigimi, ona yardim ettigimi söyledim. Eglenceye gelseydik haber verirdim dedim. Sonra kendi kendime dedim ki neden haber vermek zorundayim. Istedigim zaman istedigim yere gidebilirim. Her seferinde herkese haber etmek zorunda degilim.
Neyse bir  baktim WhatsAppta fotografini göremiyorum ve en son gönderdigim mesaj da iletilmemis. Facebooktan yazdim ve sordum. Dedim sen WhatsAppini mi sildin yoksa beni mi blokladin.
Bana sacma sapan bir aciklamada bulunmaya calisti ama ben anladim tabi ki. Kardesim fotografini görüyor ben neden göremiyorum, bir sorunun varsa direk söyle dedim.
Herkese benim fotografimi görüp görmediklerini mi sordun dedi. Ayrica madem sordun yüz yüze konusmak isterdim ama sen iyice bir havalandin dedi.
Ben sok oldum. Beni taniyanlar tanir. Zamaninda üniversiteye giderken aileme yük olmayayim harcligimi cikarayim diye matbaada makine basinda en agir isleri yapmis insanim. Ha günde 8 saat yer temizlemisim, ha masa basinda program yazmisim. Is istir benim icin. Herkes aynidir benim gözümde.
Beni dogru dürüst tanidigini düsünüyordum. Iyi bir is buldum diye havalanacak en son kisiyim bu dünyada dedim.
Gecenin bir vakti zaten uykumdan oldum. Dedim istedigin zaman yüz yüze konusuruz. Ama gercekten kirildiktan sonra bu konusmaya ihtiyacim var mi? Kötü enerji yayan insanlari hayatimdan cikarmayi ögrenmeliyim.

Kendisi ögrenimini bitirmedi. Okudugumuz bölüm hic bir zaman ona göre degildi. Son bir sene de 2 isten cikti. Acaba ben dogru dürüst bir is buldum, iyi maas aliyorum, mutluyum diye … kiskaniyor mu? Cekemiyor mu? 


Allahim nazarlardan korusun. Duanizi esirgemeyin.

9 Haziran 2017

Mükemmel Kadın Olmayın

Mükemmel kadın olmayın.
İyi bir eş, anne, dişi, seksi, ev hanımı, iş kadını, dost, evlat, sevgili ve daha birçok şey olan mükemmel kadın, neden mutsuz olur..….
Çünkü bu kadınlar başkaları için yaşarlar..
Bir ilişkide kadın, eşinin hayatını gereğinden fazla kolaylaştırdığında, iyi bir iş yapmış olmaz.
Her sorunu çözebilen, sorumlulukları üstünde taşıyan, düzeni koruyan ve bunun için insanüstü çaba gösteren kadın, karşısındaki erkeğin genetiğini bozar.
İnsan doğası almaya, tüketmeye eğilimlidir ve rahata çabuk alışır
Mükemmel kadın, her konuda başarılı olduğundan, karşısındakine yapacak bir şey bırakmaz.
Armut piş, ağzıma düş..
İlişkiler, paylaşım olmadan büyümez..
Kadın ve erkeğin gelişimi, yaşamın getirdiği sorumluluklar, dersler ve çaba ile doğru orantılıdır.
Çocuğunun okul ödevlerini kendisi yapan bir anne, evladının öğrenmesini ve yeteneklerini geliştirmesini engellediğinin farkında değildir.
Aynı durum ilişkilerde de geçerlidir.
Eşinin işlerini üstlenen, yapması gerekenleri onun yerine yapan, beceremediklerini bir şekilde halleden mükemmel kadın, mutsuz olmaya mahkumdur.
İşin garip tarafı, bu yapıdaki kadınların ilişkileri, genellikle hayal kırıklığı ile biter.
En çok aldatılan, terk edilen kadınlar, kusursuz kadınlardır.
Neden aldatıldıklarını anlayamazlar.
Üstelik, eşlerinin seçtikleri kadınlar, kendilerinden çok daha vasıfsız olanlardır.
“Benim neyim eksikti”
Bu cümlenin cevabı havada kalacaktır, hatta şok etkisi bile yaratabilir ama eksik olan kusurdur.
İlişkiler paylaşım üzerine kuruludur.
Mükemmel kadın, eşinin yapacaklarını üstüne aldığında, zaferlerini de elinden almış olur. ,
Çaba göstermek uğraşmak için ortada sebep bırakmaz.
Heyecanı, hevesi kalmayan bir eş, doğal olarak gidip, kendini göstereceği, yaratacağı başka ortamlar arar.
Çevrenizdeki insanları bir düşünün.
İçlerinde, mükemmel olduğuna inandığınız ama hala neden evlenemediğini ya da mutsuz bir ilişkisi olduğunu anlayamadığınız kişiler yok mu
Dışarıdan bakıp, dört dörtlük kadın dediklerinizle birlikte yaşadığınızı hayal edin.
Hazır bir hayat.
İlk başlarda çok keyifli gelse de, zaman içinde son derece sıkıcı, tek düze ve boş bir yaşam şeklini alır.
İnsani egonuz zarar görür..
Mükemmellik, kendinden vazgeçmek demektir.
Sürekli başkaları için yaşamak,onların ihtiyaçlarını gidermek, onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak, hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar.
Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek, gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek, karşı taraftan alkış ve takdir almaz.
Düzenli olarak bunlar yapıldığı için, görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez.
Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir.
Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar. ilişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir.
Mükemmel kadın mutlu olamaz.
Başkalarının hayatını düzenlerken, kendine ait bir yaşamı unutur.
İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur.
Mükemmellik, insana ait değildir.
Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın..
Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar.
Sevgiyle kalın…

Candan Ünal

6 Haziran 2017

Neden Almanca?

Selam blogcan naber?
Son zamanlarda bir kac almanca yazi yazdim. Bu artik ara ara olacak. Cünkü Almanya da olan yayinevleri ile anlastim. Bol bol kitap okudugumdan dolayi bazi yayinevleri bana yeni cikmis kitaplari gönderiyor, ben de bu kitaplari blogumda tanitiyorum.
Sosyal medyanin bana sagladigi katki bu. En sevdigim meskale olan okumak, arastirmak kitaplar hakkinda konusmak, artik bir kac sevdigim yayinevinin sayesinde daha da anlamli benim icin.
Onun haricinde gündelik yasamdan yazdigim yazilar, türkce okudugum kitaplar, gittigim, gezdigim yerler tabi ki türkce olacak.
Gönlümün dili türkce cünkü.

Kalin saglicakla.

4 Haziran 2017

Elefant - Ein Miniatur-Wesen schleicht sich in unsere Herzen


Hardcover Leinen 
352 Seiten 
erschienen am 18. Januar 2017 

978-3-257-06970-9 

€ (D) 24.00 / sFr 32.00* / € (A) 24.70 


Klappentext:

Ein Wesen, das die Menschen verzaubert: ein kleiner rosaroter Elefant, der in der Dunkelheit leuchtet. Plötzlich ist er da, in der Höhle des Obdach­losen Schoch, der dort seinen Schlafplatz hat. Wie das seltsame Geschöpf entstanden ist und woher es kommt, weiß nur einer: der Genforscher Roux. Er möchte daraus eine weltweite Sensation machen. Allerdings wurde es ihm entwendet. Denn der burmesische Elefantenflüsterer Kaung, der die Geburt des Tiers begleitet hat, ist der Meinung, etwas so Besonderes müsse versteckt und beschützt werden.

Inhalt:

Die Geschichte startet im Jahre 2013 und endet am 18. Dezember 2018. 
Der Genforscher Roux möchte einen rosaroten Elefant, der Nachts leuchtet zeugen. Dafür landet sein Weg in Zirkus Pellegrini, in dem er die Elefantenkuh Asha als Leihmutter aussucht. 
Asha wird mit dem Embryo befruchtet. 
Der burmesische Elefantenflüsterer Kaung begleitet Asha durch ihre Schwangerschaft. Dr. Reber der in einem bestimmten Ryhtmus Ultraschallaufnahmen von Asha macht, bemerkt, dass das Baby-Elefant im Bauch nicht wächst. Er ist der Meinung, dass es nicht überleben wird, auch wenn es geboren wird. 
Roux ist es egal. Denn er ist davon entzückt, dass das Elefanten-Baby klein bleibt. Denn nun kann er, neben der Sensation, den er mit einem rosaroten Elefanten erwartet, das Miniatur-Wesen auch noch als Spielzeug verkaufen.

Kaung der absolut davon überzeugt ist, dass der rosarote Elefant heilig ist, überredet Dr. Reber dazu, ihn vom Zirkus wegzubringen und Roux zu entwenden. 

Dr. Reber passt als erstes auf den Elefanten bei sich auf. Kaung lässt heimlich Milch für den kleinen Elefanten, der gerade mal 40 cm hoch, und 30 cm breit ist, bringen. 
Währenddessen gibt Roux keine Ruhe. Er möchte das Experiment erneut starten und sucht erneut Asha dafür aus. 
Irgendwann wird der Zirkusdirektor Pellegrini von einem seiner Mitarbeiter darauf aufmerksam gemacht, dass Kaung heimlich Milch an einen anderen Mann übergibt. Somit fallen Dr. Reber und Kaung auf und dann beginnt eine wahnsinnige Verfolgungsjagd nach dem Elefanten.
Dr. Reber bringt den Elefanten in die städtische Obdachlosenszene und setzt ihn dort in einer Höhle ab. 
Dr. Reber ertrinkt nach dieser Verfolgungsjagd, jedoch ist Sabu (so wird der Elefant später heißen) von Roux nicht mehr auffindbar. Somit, gerettet.

Schoch findet einen rosaroten Elefanten in seiner Höhle ...


Fritz Schoch ist ein Investmentbanker, der nach seiner Trennung von seiner Frau schon seit zehn Jahren auf der Straße lebt und Alkoholiker ist. Somit ist es überhaupt nicht wunderlich, dass er denkt, dass er mal wieder zuviel getrunken hat, als er auf einmal einen rosaroten Elefanten in seiner Höhle entdeckt. 

Nach ein paar Stunden wird Schoch klar, dass er nicht halluziniert. Er denkt, dass irgendetwas mit dem Elefanten nicht stimmt und bringt ihn in die "Gassenklinik", in der Dr. Valerie Sommer ehrenamtlich sich um die Tiere der Obdachlosen kümmert. 

Sabu im Villenviertel von Zürich ...


Valeries Eltern waren wohlhabend und besitzen eine Villa im Zürichberg. Sie bringt Schoch und Sabu zu dieser Villa. Sie selbst lebt seit 22 Jahren nicht mehr dort und kann noch nicht mal eine Nacht dort übernachten. 

Sie kündigt ihren Job im Hospital und geht nur noch zu der Gassenklinik, damit sie jeden Tag Schoch und dem Elefanten Nahrung bringen kann. Viele Tage halten sie sich dort versteckt. Schoch begeht den Fehler nach seinem Verschwinden, an einem Tag der Sehnsucht zu den Obdachlosen zu gehen. Dort wird er von Bolle gesehen. Dass Schoch mit einem rosaroten Elefantenspielzeug gesehen wurde, spricht sich sehr schnell rum und somit geht die Verfolgung weiter. Mit Kaungs Hilfe, der mittlerweile Valerie in der Gassenklinik als Hundeflüsterer hilft, arbeitet, werden sie den Elefanten nach Myanmar bringen. In dieser Stadt wird Sabu Barisha gehuldigt.

Meine Meinung

Ich fand das Buch sehr spannend. Von Anfang an war klar, wer der Böse und der Gute in dieser Geschichte ist. Dass das Buch, welches aus drei Teilen besteht, zwischen den verschiedenen Szenen und Orten hin und her springt, verleiht dem ganzen eine spannende Entwicklung, welches dazu führte, dass ich das Buch nicht aus der Hand lassen wollte. Am Ende des zweiten Teiles, stirbt Doktor Reber, was mich schon ein wenig traurig gemacht hat.
Ich muss an dieser Stelle erwähnen, dass ich vorher noch nie ein Buch von Suter gelesen habe. Es hat sich nicht ergeben. Somit steht fest, dass das nicht mein letztes Suter-Buch wird.

Ich bedanke mich an dieser Stelle beim Diogenes Verlag für das Rezensionsexemplar.


- so many books, so little time.






1 Haziran 2017

Freud ist an allem schuld


DEUTSCHE ERSTAUSGABE
Aus dem Italienischen von Franziska Kristen
Originaltitel: Tutta colpa di Freud
Originalverlag: Mondadori

Taschenbuch, Broschur, 320 Seiten, 11,8 x 18,7 cm, 1 s/w Abbildung
ISBN: 978-3-442-71470-4
€ 9,99 [D] |
Verlag: btb
Erschienen: 13.03.2017

Der Autor Paolo Genovese wurde 1966 in Rom geboren und ist Drehbuchautor und Regisseur. Er hat Wirtschaft studiert und war jahrelang in der Werbebranche tätig.
Freud ist an allem schuld ist sein erster Roman, welchen er mit prominenter Besatzung für das italienische Kino verfilmt hat.

Klappentext:
»Die am weitesten verbreitete Krankheit der Welt ist die Liebe.« 
Sagt ein mann, der es wissen muss: Francesco, alleinerziehender Vater von drei Töchtern, ist Paartherapeut. Gefühlschaos ist also an der Tagesordnung. Sorgen bereittet ihm vor allem Tochter Emma - noch Schülerin, aber liiert mit einem 50-jährigen verheirateten Architekten. Francescos verzweifelter Plan: Die Ehe des Architekten wieder kitten. Doch leider durchkreuzt genau das seine eigenen Liebespläne ...

Meine Meinung
Das Buch beginnt mit Saras Geschichte, die homosexuell ist und ihrer Freundin Jodie einen Heiratsantrag macht und daraufhin von Jodie verlassen wird, die für eine Heirat nicht bereit ist.
Sara verlässt somit New York und kehrt zu ihrer Familie nach Italien zurück um diese Phase mit ihrer Hilfe und Liebe zu überstehen. Sie entscheidet sich heterosexuell zu werden und trifft Freunde von ihrer Schwester Marta, die sich alle für Flops erweisen.

Marta ist Saras Schwester und hat einen Bücherladen, den sie gerade so einmal über die Runden hält. Sie verkauft nicht viele Bücher, denn sie ist sehr wählerisch was sie verkauft und wenn die Kunden mal daraufhin deuten, dass sie aktuelle Bücher verkaufen sollte, sagt sie zu ihnen "Wer ein kommerzielles Buch haben will, soll in den Supermarkt gehen, ich verkaufe an wahre Leser." (Seite 9) Mit diesen Worten hat Marta sich in mein Herz geschlichen.
Immer wieder werden Bücher aus Martas Laden geklaut. Sie entdeckt den Dieb, der ihr die geklauten Bücher zurück gibt. Ausgerechnet der Kunde, den Marta gerne kennenlernen möchte und dann bemerkt sie auch noch, dass er taubstumm ist.

Emma ist die jüngste im Bunde. Sie ist gerade mal 18 und muss eigentlich sich auf ihre Abschlussprüfungen konzentrieren. Emma ist mit einem 50-Jährigen Architekten namens Alessandro zusammen, der bei IKEA arbeitet und auch noch verheiratet ist. Wie jeder Mann in seinen fünfzigern, der sich eine junge Frau zur Freundin nimmt, ist Alessandro der Meinung, das seine Ehe zur seiner Frau Claudia schon vor Jahren beendet ist, sie aber getrennt in einem Haus leben.

Und mit diesen drei jungen Frauen schlägt sich ihr Vater Francesco rum. Francesco ist Paartherapeut und für einen italienischen Vater sehr offen, was die Beziehungen seiner Töchter angeht. Er hat sie allein aufgezogen und ist der Typ Vater der zugleich ein Freund für die drei Frauen ist.
Als er jedoch von Emma erfährt, dass sie mit einem 50-Jährigen Mann zusammen ist, möchte er da eingreifen und überredet Alessandro zu einer Therapie, von der Emma nichts wissen soll.
Sein Plan ist es, die Ehe von Alessandro wieder  zu kitten, doch dann begegnet er per Zufall Alessandro mit seiner Frau in einem Supermarkt, zu der er immer geht, um die schöne Frau mit dem Hund zu sehen. Ja genau, diese hübsche Frau, der Francesco schon Monate nachgeht ist Alessandros Frau.

Das Buch ist in kurzen Kapiteln geschrieben. Jedes Kapitel bezieht sich auf einen dieser Charaktere und als Überschrift steht jeweils der Name.
Das Buch hat mich sehr amüsiert. Es ist eine lustige Geschichte aus dem warmen Italien. Ein Buch für zwischendurch.

Ich bedanke mich bei btb Verlag für das Rezensionsexemplar.

-so many books, so little time.





31 Mayıs 2017

Dedemin Bakkalı



Yayın Tarihi
ISBN 6058422841
Baskı Sayısı 1. Baskı
Dil TÜRKÇE
Sayfa Sayısı 200
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi Kitap Kağıdı
Boyut 13.5 x 21 cm


Dedemin Bakkali kitabini sevgili Hülya abladan ödünc aldim. Kitap dostlari grubunda bu kitap elden ele dolasiyor.

Yazar Sermin Carkaci  
1982’de Berlin’de doğdu. Şans eseri başlayan bu Avrupai yaşam, bir yıl sonra sona erdi ve kendisini Anadolu’nun küçük bir köyünde buldu. Epey bir süre izledi, dinledi, şaşırdı ve yaşadı. Oralarda fazla konuşmak ayıp, uydurmak yalana eş değer, yaratıcılık ise tuhaflık sayıldığından O da hikayelerini anlatmayı kesip yazmaya başladı. Yazmak sürükleyiciydi, bir Edebiyat Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kadar sürüklendi. Tahsili ilerletip yüksek lisansını tamamladı ve para kazanabilmek gayesiyle dolanırken kendini bir reklam ajansında reklam yazarı olarak buldu. Yaratıcılık, sabır ve uydurabilme yeteneği gerektiren bu meslekte iyi sıkıyor olmalıydı ki, işler ilerledi. Şimdiler de kerli ferli bir reklam ajansının yaratıcı grup başkanlığını yürütmekte. Yaratıcılığı farklı anlamış olmalı ki, iki yıl içerisinde 3 çocuk dünyaya getirerek, profesyonel bir anne oldu. Yazdıklarını basiretsizliği yüzünden yayınlatmadığı için bir çuval hikayeyi dolaba kaldırıp çocuklarla yaşadıklarını yazmaya başladı. Esasen annelik dediğin şey zaman zaman bir çeşit bilim kurgudan, kurmacadan, zaman zaman hoş bir hikayeden öte bir şey değildi. 33 yaşında 3 çocuk annesi bir iş kadını. Ve nasılsa yazdığı bir kitabı nihayete erdirebildi. ‘Başlarım Şimdi Anneliğe!’ yazarın ilk kitabıdır.  (Kaynak: kitapyurdu)

Arka Kapak  
O, tuz ruhu isteyen müşteriye yemek tuzu gönderip “ruhu arkadan gelecek” diyen bir girişimci…
O, fakir müşterilere bedava ürünler satıp ücreti zenginlerin hesabına yazan bir kahraman…
O, bakkaldaki içecekleri birbirine karıştırıp daha güzelini bulmak ve müşterilerine sunmak için uğraşan bir sivri zeka…
O, Afrikalı çocuklara yardım göndermek için arkadaşlarının ellerinden kandil yiyeceklerini toplayan bir yardımsever…
O, attığı her adım olay olan, aşırı eğlenceli, cin fikirli, fena halde yenilikçi bir bakkal çırağı…

Ticaret hayatında tam gaz koştu ama her seferinde yetişkinlerin dünyasına tosladı. Yetişkinler yüzünden başına gelmeyen kalmadı…  Ve tüm deneyimleriyle, senin için harika bir rehber hazırladı.

Çocukların Yetişkinlerle İletişimde Dikkat Etmesi Gereken Hassas Konular, bu kitapta.
Tam on madde. Oku ve dikkat et…
Sana bir sır vereyim:
Yetişkinler...
Her yerdeler…

Şermin Çarkacı’nın kendi hatıralarından ilhamla kaleme aldığı Dedemin Bakkalı, büyüklere çocukların gözünden kendilerini görme imkânı verirken; küçüklere ticaretin, yenilikçi düşünmenin, büyüklerin dünyasının ve insan ilişkilerine dair inceliklerin ipuçlarını veriyor. Epey güldürüyor, biraz hüzünlendiriyor, uzun uzun düşündürüyor.


Düsüncelerim:
Anladigim kadari ile yazar bu kitabinda gercekten de kendi dedelerinden bahsetmis. Kitabin sonunda tam dogru hatirliyorsam 13 yil boyunca yazlari bakkal dedesinin yanina ciraklik yaptigini anlatiyor.
Kitap cok ylain bir dil ile yazilmis. Bir kücük cocugun gözünden büyükleri gözler önüne sermis Sermin hanim. 
Kitabin bir cok sayfasinda kitabin basligina uygun resimler var. Kitabi iki günde okudum. 
Bir kez daha cocukluguma döndüm. Türkiye'ye izine gittigimde hayranlikla girdigim bakkallar canlandi gözümün önünde. 
Severek okudum.
 
 

28 Mayıs 2017

Charlotte - Als würde man ein Gedicht lesen




Der Autor

David Foenkinos, geboren am 28. Oktober 1974 ist ein französischer Schriftsteller, Drehbuchautor und Regisseur.
Sein Buch Charlotte, erschienen 2014 in Frankfreich wurde mit Prix Renaudot und dem Prix Goncourt des lycéens ausgezeichnet.
Seine Bücher werden in rund 40 Sprachen übersetzt und Charlotte verkaufte sich schon allein nur in Frankfreich rung eine halbe Million Mal.

Zur Charlotte Salomon 
Charlotte Salomon war eine jüdische Malerin, die in Auschwitz mit 26 Jahren umgebracht wurde.
Ihre Lebenswerk Leben? Oder Theater entstand binnen 18 Monaten. In diesen 18 Monaten zeichnete sie über 1000 Gouachen, von denen sie 769 Bilder aussuchte und an einen Freund gab, der es für sie aufbewahren sollte. Nach ihrem Tod und dem Krieg überreichte man ihr Werk ihren Eltern. Sie hatte ihr komplettes Leben wie ein Theaterstück aufgezeichnet. Ausgestellt wird dieses Werk im Joods Historisch Museum in Amsterdam.

Klappentext
Berlin in den 1930ern: Bei der großbürgerlichen Familie Salomon verkehren gefeierte Sänger, Literaten und berühmte Wissenschaftler. Bis die Nazis dem illustren Treiben ein Ende bereiten, und damit auch dem Traum der begabten Tochter Charlotte, als Künstlerin Karriere zu machen.
Verzweifelt flieht die junge Frau zu den Großeltern nach Südfrankreich, um zu leben und zu lieben - und wie im Rausch Hunderte von Bildern zu malen, die ihre eigene bewegte Geschichte erzählen.
 

Das Buch
David Foenkinos führt uns mit kurzen Sätzen, die auf dem ersten Blick einem Gedicht ähneln durch das Leben Charlottes. 
Die Heirat ihrer Eltern, ihre Geburt. Wie sich die Mutter Franziska das Leben nimmt. Mit wirklich ziemlich knappen Sätzen, die einen doch erschüttern. 
Charlottes Vater heiratet ein zweites mal die Opernsängerin Paula Lindberg. Paula Lindberg spielt eine große Rolle in Charlottes Leben. Sie mag sie sehr. 
Der nächste wichtige Mensch für Charlotte ist Alfred Wolfsohn, der Gesangspädagoge von Paula Lindberg. Nachdem er mehrmals im Hause Salomons ist, verliebt sich Charlotte in ihn und sie treffen sich heimlich. 
Als der Krieg unerträglich wird, zwingen die Eltern Charlotte wegzugehen. Somit emigriert sie zu ihren Großeltern mütterlicherseits nach Villefranche. Albert verabschiedet sie am Bahnsteig mit den Worten "Mögest du nie vergessen, dass ich an dich glaube", an denen sie ihr ganzes Leben lang fest hält. 
Nach der Emigration nach Frankreich erlebt Charlotte noch den Tod ihrer Großmutter. Sie wirft sich vor ihren Augen aus dem Fenster. Dort erfährt sie auch zum ersten Mal, dass ihre eigene Mutter nicht an einer Krankheit gestorben ist. Genauso wenig ihre Tante Charlotte, nach der sie benannt ist.
Charlotte Salomon macht nach dem Tod ihrer Großmutter viel mit ihrem Großvater durch. Es geht soweit, dass der Großvater bei einer Übernachtung in einer Pension möchte, dass sie sich zu ihm legt. In Tagen von Krieg wäre das ja nicht schlimm.
Charlotte geht weg und schließt sich für 18 Monate in einer Pension ein und zeichnet in dieser Phase wie eine Wahnsinnige über 1000 Gouachen und somit ensteht Leben? Oder Theater? 
Nachdem sie die ausgesuchten Gouachen ihrem Arzt Dr. Moridis gibt, kehrt sie zurück, um auf ihren Großvater aufzupassen. Nach dem Tod des Großvaters heiratet sie Alexander Nagler. Als sie im fünften Monat schwanger ist, werden sie und ihr Mann verraten. Charlotte Salomon wird nach Auschwitz gebracht und nach 10 Tagen ihrer Ankunft dort vergast.

Meine Gedanken
Ich finde dass das Buch gut gelungen ist. Sonst hätte es auch nicht zwei Auszeichnungen bekommen. Sehr interessant fand ich die Stellen, an dem der Autor seien Recherchen erzählt. Mitten im Leben von Charlotte können wir dann solche Sätze lesen wie: "In Villefranche-sur-Mer erinnert man sich lebhaft an sie. 1968 wurde ihr großartiges Landhaus abgerissen. Um einer Luxusvilla Platz zu machen. Im Garten wurde ein riesiger Swimmingpool gebaut. [...] Wie komme ich da hinein? Gar nicht. Das einst so gastliche Haus ist heute abgeriegelt."
Wie schon am Anfang bemerkt liest man dieses Buch runter, wie als würde man ein Gedicht lesen. Der Autor zeigt mir, dass kurze knappe Sätze sehr wichtig sein können und dass es nicht immer langen Erklärungen braucht.

An dieser Stelle möchte ich mich beim Penguin Verlag bedanken, der mir dieses Rezensionsexemplar zur Verfügung gestellt hat.

- so many books, so little time.